GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BALKANLARDA TÜRK KÜLTÜR STRATEJİLERİ
Bu yazı metnimde konuyu ele alırken‘Türk Kültür Coğrafyası’ ve ‘Türk Kültürlü Halklar’ tanımlamaları üzerinde de durmaya çalışacağız. Bu tanımlarla ilgili arayışı süper gücün Orta Doğu ve Kafkasya’da izlediği Türklüğü ve Türkiye’yi dışlayıcı politikaları üzerine başlatmıştık. Batıda AB nin Fransa tarafından ayrı ve Almanya tarafından da ayrı formatla geliştirilen Türk ve Türklük karşıtı tutumları Türkiye’yi iyiden iyiye yeni ve ciddi arayışlara itmiştir. Bu itibarla Balkanlara geçilmeden evvel kısa bir genellemenin yapılması gerekecektir. Konuşmamın birinci bölümünde ABD ve AB karşısında Türkiye ve Türklük üzerinde duracağız. Zira Balkanlarda var olabilmek öncelikle bu iki gücün çok iyi izlenebilmesi ile mümkündür.
Türk Kültür coğrafyası ve Türk Kültürlü Halklar tanımlarına geçmeden, bu geçişi kolaylaştıracağı için ve bu izahlara bir altlık olacağı için üçer beşer cümle ile Türk kültür milliyetçiliğinin dönemlerinden veya kültür milliyetçiliğimizin tezahür safhalarından söz etmeğe çalışacağız. Böylece Avrupa’ya bakış da kolaylaşacaktır. Mesela Cumhuriyet arifesindeki Türkçülükten veya İslamcılıktan değil de Osmanlıcılıktan bir iki satır söz edeceğiz. Bunu Osmanlıcılık savunuculuğu adına değil de, konu Balkanlar olduğu için Osmanlıcılığın genel esaslarının hatırlanılması gerektiğine inandığımız için yapmaya çalışacağız. Osmanlıyı ve ön Türklüğü bilmeden Balkanlarda Türk Stratejisi oluşturulamaz kanaatindeyiz. Ayrıca aynı amaçla Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıç döneminden bir süre sonra baş gösteren genel politika ve dönemindeki Türkçü, İslamcı ve solcu hareketlerden de bahsetmek gerekebilecektir. Bununla muradımız. Mutat dış politikanın günümüzün dünya konjöktürü itibariyle çözüm üretici olmadığını, Türk milliyetçiliği adına siyasi kadrolarca yapılmakta olan girişimlerin bekleneni verebilecek kapasite ve kalitede olmayışını anlatmak içindir. Stratejik bir vasat olabilecek olan sebeplerden birisi de, Türk solunun dünya genelinde tükenen sol ile birlikte tükenmiş oluşu ve İslamî diyebileceğimiz hareketin ise kazandığı önemin vurgulanmasıdır.
Yakın geçmişe şöyle bir bakınca kaderini nerdeyse % 100 varan bir bağımlılıkla ABD ye bağlayan Türkiye, bir gün ABD ile menfaatlerinin çelişebileceğini, bu ihtilafın hayatı noktalara varabileceğini düşünmemiştir. Ta ki, Beyaz Saray’ın Evanjalist dünya hâkimiyet politikasında ortağı İsrail’in de vaat edilmiş toprakların bölgedeki sözcüsü olduğunu, bu toprakların üzerinde Türkiyelin de kurulu bulunduğunu anlayıncaya kadar
Bu noktada Türkiye’yi 2 şey bekliyordu. Bunlardan birisi, İsrail ABD ittifakının yanında yer alarak İsrail’in bölgedeki engel kabul ettiği ülkelerle birlikte hareket etmesidir ki, bunun anlamı Türkiye nin dindaşı, ortak tarihi arka planı olan, etnik akrabalık dâhil kültür değerlerinde müşterekler bulunan ülkelerle çok ciddi ihtilaflara girmesi demektir. Bu, Türkiye’nin kendisine de sıra gelinceye kadar yalnızlığa itilmesi idi. İkincisi ise, tarihi kültürel ve ekonomik bağları bulunan bölge halkları ile birlikte hareket etmesi demektir.. Belirtilen tabloda, Türkiye her iki halde de gözden çıkarılmış durumda idi. Evanjalizmin önündeki Fars ve Arap engeline şans tanınmaz iken, Türk engeline toleranslı davranılması beklenilemezdi.
AB’nde, bu arada Balkan ülkelerinde, Kürt meselesinin nasıl algılandığının net olarak görebilmesi gerekir. Buradan hareketle denilebilir ki, İsrail ABD ittifakının Kürt kartı oluşturması teskere olayı ile bağlantılı olmayıp çok daha evvel tezgâha konulmuş bir dokuma idi. Yine buradan hareketle PKK-Barzani-Talabani dayanışmasının sağlanılması ve PKK’nın dokunulmazlığının temin edilmesi, son olaylarla izah edilebilecek bir konu değildir. Evanjalizm Fars, Arap ve Türk olmayan geçici ve sorun yaratamayacak bir araç aramış ve onu geliştirmiştir. Basına yansıyan açıklamalara göre bölgede kayıp olduğu resmen teyit edilmiş Amerikan silahlarından sade kalaşnikofların sayısı 185 000 dir. Ayrıca 100.000’i aşkın ABD kalaşnikof silahının Irak’a kaçak olarak sokulduğu da İtalyan Savcılığınca tespit edilmiştir. Bölgede ABD ve AB’ni Kürt etnik ayrımcılığının destekleyiciliğini yaptığı tespitinin asgari 30–40 yıllık izahı yapılabilir. Batıda stratejik arayışlara giren Türkiye doğusundaki gelişmeleri ve bu gelişmeleri şekillendiren gücü görmezden gelemez. Mesele doğuda da batıda da kimlik meselesidir ve kültür kimliği belirleyen asli unsurdur. Türk kültür coğrafyası şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti sınırları ile sınırlanmamıştır.
Türkiye Irak’ta yıkılan tarihi eserlerle, yakılan kütüphanelerle, yağmalanan müzelerle Türk kültür tarihinin de darbe yemekte olduğunu, bölgeye getirilmek istenilen kültür adına, öldürülen her Iraklının dili, dini, ırkı ne olursa olsun yok edilen kültürel kimliğin mimarlarından birisinin de kendisini olduğu anlayıp tepkisini gösterememiştir. Sürekli ABD’nin ağzının içine bakmakla yetinmiştir. Bu teşhis Balkanlar ve Balkanlardaki Boşnaklar gibi Türk kültürlü halklar için de geçerlidir.
Bu tespitin 30–40 yıllık izahı yapılabilir. Talabani ve Barzani nin barıştırılmaları, Ankara sürecinden sonra Türkmenler ve Türkiye’nin devreden çıkarılmaları, Irak Türkmen bölgesi planlı bir şekilde ikiye bölünürken Kürtlerin yapay 36 paralelle güven içine alınmaları perşembenin gelişini çarşambadan tahmin ettiren hususlardı. Türk stratejisti bunu görüp karşı tavır sergileyememiştir.
Bir kısım aydınımızın maalesef milletlerin çok sayıda etnik grup içerebileceğini kavrayamamış olmaları, etnik milliyetçiliğin karşısında dar anlamda Türklüğü çıkarmalarına yol açabilmiştir. Hala etnisiteye baskının milletleşmeyi kamçıladığını, milletlere baskının da milli şuuru yükselttiğini içerde ve dışarıdaki birileri anlayamamıştır. Bir kısım aydınımızın anlamakta zorluk çektiği husus, Balkanlardaki Türk kültürlüğü günümüze getiren faktörün aynı etno kültürün parçası olduğumuz, dil ve din farkı olabilmesi halinde dahi, aynı düşünce biçimini halk seviyesinde benimsemiş olmasıdır. Geçen zaman ötekileştirmeye muhakkak ki çok şey katmıştır. Biz dönüşüm için yeterli mirasa sahip olduğumuz kanaatini taşıyoruz. Ötekileştirmede halk kültürünün yerini ve önemini bilemesek, dönüşüm için ne derece şanslı olduğumuz gerçeğini kavrayamayız. Arayışı içerisinde bulunduğumuz yapılanma ile yeniden bir telkinden yola çıkmayıp, “kendi olabilme” olgusunu canlı tutacağız. Buradaki “kendi” etnik kesimlerden sadece birinden birisine ait olan değildir. Bu evrensel modelleme de birlikte yaşaya gelmiş halkların ortak ürünleri vardır. Ötekileştirme süreci AB ve ABD tarafından her türlü silahlı müdahale dâhil ama gerçekten her türlü müdahale ihmal edilmez iken, size yani bayrağı taşıma durumunda olan Türkiye’ye sadece, sadece kendisine hatırlatılana batıp gitmesi iken, doğunun yapmış olduğu batı ile senteze girerek yol alabilmektir. Balkanlardaki kültürümüzle bütünleşme sürecinde şuursuz davranıp ötekileşmenin bizim elimizle yapılmasına izin vermeyelim. Dönem, kültürel kodların bozulması sürecini durdurma ve slogancılığı bırakma dönemidir. Yitirilmesi istenilen ruhu, Balkanların Türk kültürlü halkları, Anadolu Türk kültürlülüğünden daha sağlıklı kavramaktadır. Bunun izahı ise, bize göre oryantalizm Balkan Türklüğü için uygulamasının başka bir safhasında oluşu ile yapılabilir. Neden Anadolu Türklüğünün bir Cengiz Aymatov’u yok veya neden bizim Aymatov penceremiz yok.
Böylece denilebilecektir ki, Türkiye’nin Ortadoğu’da olduğu gibi Balkanlarda da kendisini anlatabileceği, paylaştığı ortak değerleri olan bir alana ihtiyacı vardır. Bu alan nasıl oluşturulabilir, geçmişten günümüze gelen bu ihtiyaca uygun bir vasat var mı dır? Geçmişte Ortadoğu veya Balkan ülkeleri hatta Kafkasya ile birlikte üretilmiş ve kabul görmüş Türklüğe ait bir algılama şekli var mı dır? Bu olgu günümüze uyarlanabilir mi? Bu arayışta Ortak payda ne olmalı? AB ve ABD tarafından sıkıştırılan Türkiye ve Türklük konularında muhtemel kimlik anlayışı ne olmalı?
12 Eylül gelinceye kadar Türkiye’de sağ ve sol aktivistler bir şekilde kılıflandırılmış, maşalarla duyarlı kadrolar aynı kefeye konulmuştur. Çeşitli Kürtçü görüşler aralarındaki karşılıklı kontrol edici kuruluşlara rağmen bir çatı altında toplanılmıştır. Ulusal Kurtuluş Strateji çatısında yapılandırılan tek örgüt PKK nın emrine havale edilmiş ve PKK da Irak Kürtçü potansiyelle birlikte Evanjalist yapılanmanın emrine verilmiştir. Türkiye nin Balkan ülkelerini de kapsayan coğrafyada başarıyla anlatabildiği bir Kürt konusu izahı yoktur. Bunun diğer açıklaması Türkiye, Kürdü de kapsayan Türklüğünü açıklayamamasıdır.
Evanjalizmin, Protestan Yahudi görüş harmanlamasının bir sentezi oluşu bir yana, konumuzla ilgilisi kadarı ile mahiyeti, Allah’ın birinci sınıf kullarına ikinci sınıf kullarının köleliğinin Allah’ın emri olduğuna inanılmasıdır. Konumuz itibariyle demiştim, bu anlamda deyinmek istediğimiz husus, Nizami Âlem’dir. Evanjalizm münasebeti ile andığımız Nizami Âlem Allah’ın kullarına hiçbir dil, din, ırk farklılığı gözetmeksizin, onun emriyle, onun kulları oldukları için eşit idare ederek hizmet etmektir. Bu uygulama doğaldır ki, Afrika, Ortadoğu ve Kafkasya’da olduğu gibi Balkanlarda da aynı idi. Bir gerçeği bilmek ile onu savunmak farklı şeylerdir.
Türk stratejisinin en büyük zaafı, hasmın ürettiği stratejilerle ne yapmak istediğini ve bu stratejilerin Türklüğe ve Türklere hangi noktada ne şekilde etki yapacağının hesaplayamamış olmasındadır. Daha önemlisi ecdat hangi haller karşısında hangi stratejileri üretti, günümüz itibariyle bunun anlamı nedir? Konusu gündemine almamış olmasıdır. Balkanlarda Türk stratejilerinin belirlenilmsi, Balkanlarda; ABD ve İsrail öncelikli olmak üzere AB, RF, Arap stratejilerinin bilinmesi ile mümkündür.
Ortadoğu’dan sonra, Türklük-Süper güç ilişkilerini daha geniş bir alanda görebilmek adına Kafkasya’ya bakılabilir. Süper Güç Kafkasya’da, Azerbaycan topraklarının Ermeniler tarafından işgal edilmiş olduğu, Birleşmiş Milletlerce defalarca açıklanmasına rağmen, Ermenistan’a yaptırım uygulamamıştır. Ermenistan’a demokrasiye en fazla hizmet eden ülke unvanını verirken, Azerbaycan’ı terörist ülke ilan etmiştir. Milli Meclisini basan Ermenistan’a değil, uzun bir süre Azerbaycan’a ekonomik ambargo uygulamıştır. Azerbaycan’ın ¼ nispetinde nüfusa sahip olmasına rağmen 9 katı yardım alabilen Ermenistan, Amerika direkt ve dolaylı yollardan da askeri yardım almıştır. Her vesile ile ABD Parlamentosu Tehcir konusunu oylarken, işgal edilen Azerbaycan topraklarını gündeme getirmeği dahi düşünmemiştir. Balkanlara geçmeden ABD’nin orta doğu ve Kafkaslarda Türk ve Türkiye’den değil Ermeni, Kürt ve Yahudi’den yana olduğu söylenebilecektir. AB ve bu arada Balkanlarda durum devletler bazında ele alınınca farklı değildir.
Bu bölümü özetleyerek diyebiliriz ki, orta doğuda Kafkasya’da ulus devlet karşıtı etnisite yanlı strateji izleyen süper güç, her iki bölgede de Türkiye ve Türklük yanlı strateji izlememiştir izlememektedir. Bu günden geleceği okuma gerektiğinde süper güç yanımızda değildir. Diğer taraftan İran boyutu farklı bir önem arz etmektedir. Sonuca giderken koyacağımız teşhis İran-Türk-Süper güç ilişkilerini de içerici olacaktır.
Bize göre Türkiye Balkanlarda ilk stratejik hatayı bölgedeki Türklüğün iki yakasından birisi olan Bulgar Türklerini yok sayıp Evladı Fatihan’a yoğunlaşmakla yapmıştır. İkinci ciddi hatayı ise, Balkan Türklüğünün belini kırma pahasına Evladı Fatihan’a Anadolu kapılarını açmakla yapmıştır. Bu siyasi süreç Türkleri Avrupa’ya misafir olarak gidip ev sahibi istemeyince geldikleri yere geri dönen durumuna düşürmüştür. Oryantalizmin Anadolu Türklüğü için düşündüğü de bundan farklı değildir. Asgari yüz yıl evvelinden siyasi kültürel ve ekonomik kimliği belirlenen batının muhayyel Avrupa sı için uyguladığı stratejiyi Türk stratejisti okuyamamış, iç siyasi parti çekişmelerinde ucuz hamaset konusu yapmıştır. Bu aynı zamanda Atatürk’ün tarih tezini anlayamamaktır. Bu konuda Türklüğe yönelik stratejileri coğrafyaya veya muhatap ülkeye göre alamazsınız. Türklük bir bütündür, onun menfaatleri ve sorunları da bir bütündür. Bunun içindir ki Balkan Türklüğü Orta Doğu veya Kafkasya Türklüğünden bağımsız değildir. Siz farkında olmasanız da hasım bunun böyle olduğunu bilir ve uygulamasını buna göre yapar. Balkan Türklüğü, AB Türklüğü ile birlikte, ulus devlet bazında değil de, yani muhatap olarak bölgenin ulus devletlerini alarak eğil de, Balkan Türklüğü ile tanımlanabilir. Balkan Türklüğü bu ülkelerden otaktan Türk kültürlü halkların ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde bir şekilde bu coğrafyaya gitmiş olan Türklerle tanımlanabilir.
Balkanlarda Türk Stratejileri konusuna geçmeden evvel veya geçerken, yukarıda bahsettiğimiz geçmişten günümüze gelen birlikte üretilmiş bir kimlik var mıdır türünden konulara gelmek istiyoruz. Bu münasebetle Türk strateji gündemine iki konunun alınması üzerinde durmak istiyoruz. Bunlardan birisi Türklüğün bir stratejik obje olduğu gerçeğinde anlaşmaktır. Diğeri ise kültürün bir stratejik unsur olduğu gerçeğinde buluşabilmektir. Türklüğün bir stratejik obje olduğu konusu Türklüğün tanımını gerektirir ki, Türklük bir ırk veya kavim olmadan evvel ve sonra bir kültürel üründür. Bu özelliği Türklüğe ana dili ve doğma dini sınırlamasını getirmeyen bir kültür toplumu özelliğini kazandırır. Türk kültürlü halklarla bir anlamda Türkleri anlatmış oluyoruz. Türk kültür coğrafyası ile bu halkların paylaştıkları ortak tarihi geçmişi olan coğrafyayı kastediyoruz. Balkanlardaki Boşnaklar gibi Türk kültürlü halkların AB ülkeleri bu arada bölgenin gayri Müslim kesimi tarafından dışlanmaları, Türkiye nin Balkan stratejisi için bir şans olmuştur denilebilir.
Kültürün stratejik bir unsur olarak kabul edilmesi yetmeyecektir. Dünya Türklüğünü bir bütün olarak algılayan bu bütünlük içerisinde kültür merkezli bir Türklük stratejik obje olabilir. Bu noktada Türk kültür coğrafyası ki Uluğ Türkistan Kafkasya Orta doğu Balkanları kapsayan coğrafya bir bütün olarak ele alınacak ve devlet politikası olarak bir bütün olarak izlenilecek, bu coğrafyaya yönelik farklı uluslara ait stratejileri izleyebilecek konuma getirilebilecektir. Maalesef böylesi bir arayış için, Mısır diğer Ortadoğu ve kuzey Afrika ülkeleri için geç kalınmıştır. Arap İslami ile Türk İslam’ının teorik muhteva farklılığı Nizami Âlem’dedir.
Bu hareket klasik Türkçü hareketle tamamen örtüşen bir hareket değildir. Bu algılama biçiminde akraba toplumlar Türklüğün kültürel ortakları da vardır ki bizce bunlar Türklüğün bir parçası asli unsurlarıdırlar. Bu formatta ‘Dili dilimden dini dinimden’ ölçüsü dışlanmamakla beraber şart olarak da getirilmemiştir. Ortak millî dilin ve Türklük için İslam’ın önemi malumdur. Bu stratejik yapılanma Türkiye’ye etno kültürel yapıdan hareketle yöneltilmek istenilen tehdidi güvenlik faktörü olarak geliştirilmesini sağlamakla kalmaz, Türkiye merkezli kültürel anlamda Türklüğün dış açılımını da sağlayabilir.
Bu hareketin Osmanlı Türk stratejik alanından birinci farkı, Osmanlı coğrafyasının dışında kalmış olan Uluğ Türkistan gibi kesimleri de, mesela Kırgızistan’ı da kapsamasıdır. Diğer Husus Kültür coğrafyamızın geçmişte bir parçası olmuş iken, bu gün itibarıyla farklı bir kültürel yapılanma içerisinde olan Yunanistan gibi ülkeleri kapsamamış olmasıdır. Oryantalizm için Yunanistan doğu olmadığı için farklı bir anlam içerir
Bir diğer husus, fikir, ideoloji, misyon, misyoner bağlantısıdır. Strateji, sadece bürokratların masalarında mesai saatleri ile sınırlı zaman dilimlerinde üretilip uygulamaya geçirilen bir olgu değildir. Türkiye hala oryantalizmi onun misyonerlik ve emperyalizm bağlantısını sezip çözebilmiş değildir. Oryantalizm öteki durumuna soktuğu Türkiye gibi ülkeleri yönlendirmeyi artık sadece kendi elemanları tarafından değil, yetiştirip yerleştirdiği ülkenin yerli elemanları vasıtasıyla da yapmaktadır. Misyonerlik sanıldığı gibi sadece ve muhakkak din alanında etkinlik gösteren bir hareket değildir. Bütün kurumlarınızdaki millî olmayan yapısal değişiklerde misyonerliğin bağlantılarını arayabilirsiniz, aramalısınız.
Türkiye nin Türkiye dışındaki menfaatlerini, kültür stratejisi geliştirip uygulama durumunda olan bir takım resmi kurumlar, bize göre yeterince bu donanımda değillerdir. Her şey bitarafa sivil, yarı sivil, çok kere gönüllü kuruluşlarca desteklenemeyen hiçbir yapılanma başarılı olamaz. Özelde Balkanlardaki yapılanma için fazla ayrıntılı ve iddialı olamıyoruz. Ancak Türk kültür coğrafyasının bilhassa Asya coğrafyasında stratejisizlik, sürekli yabancı stratejilere hizmetimiz şeklinde gelişmelere sebep olmaktadır.
Oryantalizm Türkiye’ye o derece hulul etmiştir ki, Türk İslam misyonunu Balkanlar dâhil Türkiye dışında temsil eden korumlar bir Başbakan tarafında göklere çıkarılabilirken diğer Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından suç örgütü konumunda değerlendirilebilmiştir.
Bize göre bu hal Türk milliyetçiliğinin henüz yeterince kendi normlarını geliştirememiş olması ile izah edilebilir. Türkiye’de aydının bölünmeye tabi kılınmasında ve karşılıklı ithamında adeta milli olmayan merkezler karar sahibi olabilmektedir. En yakın ve en bariz örneklerden birisi, zaman zaman faaliyetleri akamete uğratılabilen Türk Ocakları gibi Türk milliyetçiliğinde saygın bir yeri bulunan kuruluşun durumudur. Sizin strateji tarihinizde stratejik bir şablon olarak dilde işte fikirde birlik geliştirilmiş ise, Türk okulları zincirine teşhis koyarken kendi araştırmanızı yapmak zorundasınız. Bu açıklama diğerlerinde olduğu gibi bir fikriyata veya yapılanmaya sözcülük yapmak için değildir. 13.sü Kutlanan Dünya Türk Gençlik Kurultayı’na da, randımanlı olması beklenilen her kuruluş gibi özeleştiri getirebilmelidir. İlkin adı konulması gerekecek olan husus bize göre şudur. Kurultay katılımcıları Dünya Türklüğü ile ilgili fikir üretip uygulamaya geçirilmesi için öneride mi bulunur? Uygulayıcının gerçekleştirdiği önerilmiş fikirlerin alanda tatbikatına mı yardımcı olur? Yapılsın için ürettiği ortak Türkçe gibi önerilerin yaygın uygulayıcılığını mı üstlenir? Ekonomik, siyasi, kültürel ve sair alanlarda birliği için uğraş verilen dünya Türklüğünde şüphesiz bu ve benzeri kuruluşların da ölçülebilir etkinliklerinin olması beklenilmelidir. Her kurultayda tekrarlanan ortak Türkçe gibi yerinde ve önemli bir karara rağmen, bırakın kurumları ve kitleleri harekete geçirmeği delegeler kendi sahalarında bu konuda bir tekâmül gösteremiyorlar ise, bu hale yol açan sebep araştırılabilmelidir. Dünya Türklüğünün bir güç oluşturması istenilip beklenirken, geçen zaman içerisinde, zamanın lehe mi aleyhe mi işlediği hesap edilebilmelidir. RF Türk Kolejlerini Türkçülük yapıyor diye kapatabiliyor, Özbekistan bu okullarda Türkiye Türkçülüğü yapılıyor teşhisini koyabiliyor ise, Bir kısım Türk milliyetçiliği bu okulları Süper gücün emelleri ile özdeştiriyor ise, bir yerde izaha muhtaç bireyler var demektir. Bunun izahını beklemek ise çok doğaldır.
Birkaç cümle ile bu yapılanma 500 ayrı merkezde 1000 in üzerinde Türkçe öğretim merkezi ve bunlara paralel olarak farklı seviyede okullaşmaya sahiptir. Bulunduğu ülkenin dilinin yanı sıra Türkçe de yayın yapabilen gazete çıkarmakta ve bu hizmetin mali cephesi için iş adamlarını seferber edebilmektedir. Görünen yüzü ile işte dilde ve fikirde ortak var olmanın çağdaş veya kendi zeminindeki tezahürüdür. Bu yapılanma için Osmanlının siyasi sınırları içinde yapmaya çalıştığını, siyasi sınırları taşarak yapabilmek veya Nizami Âlemi kendi formatında uygulamaya koyabilmek denilebilir.
Bütün bu uygulamalardan sağlıklı seçim yapabilmek veya Balkanlar dâhil sağlıklı taktik ve stratejiler seçememiş olmak teorisizliğin acı sonuçlarıdır. Ana dili farklı da olabilen Balkanların Pomak, Boşnak, Torbeş, Çingene, çok kere Arnavut gibi Müslüman veya değil halkları Balkanların Türk soylu diğer halkları ile birlikte saygın etkinlikler sergileyebilmektedirler. Bu etkinliği Osmanlının teorik mirasına borçluyuz. Bizim Türk kültürlü halklar ve Türk kültür coğrafyası algılayışımız Balkan Türk coğrafyasında bu Sosyo kültürel yapıya az-çok da olsa Müslüman olmayan bir kısım halkları da almaktadır.
Uluğ Türkistan’dan, Kafkasya, Balkanlar, Ortadoğu Türk soyluluk merkezli bir arayışta aynı dil grubuna girdiği için Fin_Ugur’lardan Mahun’lara kadar kapınızı açtığınız bir kurultayda bu coğrafyanın musikisini sizinle paylaşan vatandaşlarınızı ana dili farklılığı nedeniyle farklı yere koymalı mısınız? “Ben sizi dışlamıyorum gel ancak bütün değerlerinden sıyrılarak onları yok sayarak yani kendini inkâr ederek gel” demek bizim deyiş tarzımız mı olmalı?
Türkçüler veya bir kısım Türkçüler hareketin merkezine soy ve anadilden yola çıkarak doğma kimlik olarak Türklüğü belirliyorlar. Ana dili farklılığından yola çıkıp “ farklı muamele yapmıyoruz ki” demek “farklı muamelenin mahiyetinin açıklamasını gerektirmez mi? Farklı muamele nedir. Farklı muamele istemek modern veya çağdaş veya reel anlamda Türkçülüğün hayrına mıdır?
Türkçüler olarak diyoruz ki, “Gel sen de gel ne olursan ol yine gel” ancak benim kalbimle, benim beynimle benim giysilerimle gel.” Bu noktada ne olursan ol yine gel demiş olmuyoruz benleşerek gel demiş oluyoruz. Böylesi bir çağrı adil mi, gerçekçi mi, yapıcı mı?
Senden ben olmanı isterken, biraz da senin benliğinden çıkıp ortak bende, ikimizde, bizde sen ve ben de buluşmamız gerekmez mi?
Sen demiş oluyorsun ki, ilahi olan, semai olan, değişmez olan yenilenmez olan, şekillenmez olan, özverisiz olan ‘ben’ e gel. Senin dile getirdiğin ben’i ilkin ‘mutlak’ kılalım. Sen de ben de o ortak ‘ben’ de buluşalım. O ‘ben’e uymada ortak mesuliyetler taşıyalım. Senin de ben karşısında mesuliyetlerin olsun. Hep sen, muhakkak sen, tamamen sen olmak adil, kalıcı ve gerçekçi bir birliktelik içermez. Balkanlarda veya bir başka yerde, bu tefekkürün temsilcileri tutunabilirlerken ‘ben’lerini göksel paydada vazetmişlerdir. Balkan halklarını farklı olan dinlerine, dilerine ve vs. ne bakarak yok saymamış ve kendi ‘ben’lerini yalın halde vaaz etmemişlerdir. Mevcudatı, İlahi benin veya benin ilahi boyutunun kapsamına alabilmişlerdir.
Almanya ve Fransa’nın AB ülkeleri temsilen ‘ben’ merkezli yaptığımız açıklamalar, ABD nin evanjalist tutumu ile ‘ben’ ini anlatırken açıklamaya çalışıldığı noktada, Türk ‘ben’ i bir kısım ‘Türkçülerin’ açıkladığı gibi mi olmalı? Bir Türkçü olarak benim buna cevabım hayırdır. Almanya’nın bana olan tutumuna tavır alırken, benim birlikte yaşadığım halklara aynı tavrı almam kendimi inkâr anlamına gelir.
İnanmak, tam inanmak gerçekten inanmak, ilahi gelişmeye gayret ederek sabırla kanaat getirmek, daima hesaplanması mümkün olmayacak kadar çok sürpriz getirir. Anadolu’da binlerce yılın yarattığı ortak kimlik, müşterek ‘ben’ araya kan davası sokularak, bir dönem iki kimlilik haline getirilmek istenildi. İki taraftan akan kanlar, anaların birlikte ağladıkları yeni bir etnosu doğurdu. Bu, bir aslına dönüş olgusu idi. Avrupa’da Türklüğün dışında farklı Türkiyeli kimliğinin aranılması, Tunceli veya Adıyamanlının da Avrupa seçimlerinde dışlanmasına mani olamadı. Ortak kimliğin yapay etnolara bölünemeyeceği Tuncelili ile Trabzonlu veya Trakyalının Avrupalı nazarında öteki olduğu gerçeğini ortaya koymuş oldu. Bu bizim olan ben’in yok edilemeyeceğinin göstergesi idi. Bizim davetini yaptığımız ben, benlikten çıkmış biz olmuş bir bendir. Bizim davetimiz birlikte yaşayan halklardan az sayılı olan halkın, çok sayılı halkın beni içerisinde yok sayılması değildir. Bizim bize yaptığımız davet birlikte oluşturulmuş yapıyı güçlendirme adınadır. Balkanlarda müzikide, el sanatlarında halk tababetinde, halk mutfağında, etnografyanın her alanında, halk oyunlarında 6 asır boyunca birlikte yaşayan insanlar olarak bu yapılmıştır. Bu mirasın parçalanmak istenildiğinin bilinmesi ihtiyaç duyulacak stratejinin belirlenmesini sağlayacaktır.
Balkanlarda Türk stratejileri konusunda özelde söylemek istediklerime geçmeden birkaç kısa özellikli açıklama da AB den yapmak istiyorum. Fransa’nın Fransız - Ermeni tarihi kader birliğinden doğan ayrılmazlıkları ve bunun Fransız millî stratejisine yansımasından sonra, Almanya’nın Almanya’daki Türkler için uyguladığı faşizme varan ve sadece Türkleri kapsayan şoven tutumundan sonra Türk stratejisti, Türkiye için AB kapılarının kapatılmışlığını artık anlayabilmelidir. Türk aydını bunu böyle okumalı ve okuduğunu, karşı oyunların bozulabilmesi adına açık etmeden takip edebilmelidir. Esasen Bulgaristan’dan her 10 yılda bir 1 milyon Müslüman Türk halkı planlı bir şekilde Anadolu’ya ihraç eden Hıristiyan Avrupa kulübü, Almanya’daki iktisadi ve kültürel hayata intibak itibariyle de bir potansiyel oluşturmuş 3–4 milyon Türk’e katlanamazdı. 100 yıl evvel Antep ve Antalya’da Ermenilerle kader birliği yapmış ve onların memleketlerini terk etmelerine sebep olmuş Fransızların farklı bir strateji izlemeleri beklenemezdi. Bize göre sorun Almanlar veya Fransızlarda değil, Türkiye’de resmi devlet politikası olarak uygulanıla gelinen stratejilerin sivil kuruluşlarla ihata edilmemiş olmasındadır. Türkiye’de sivil kuruluşların çatısı altında yapılan milliyetçilik büyük bölümü ile yozlaştırılmıştır. Bu kurumlar ve mensupları getirim vasatı ve getirim peşinde olanların faaliyet alanı olmuştur. Milliyetçilik, isim yapabilme, para kazanabilme, siyaset yapabilme, tatmin olabilme ile özdeşleşmiştir. Kurumlar çok kere mütegallibe yuvasına dönüşmüştür. Şahsi çıkarlar milli çıkarların üzerinde tutulmaya başlanılmış fikir üretme, araştırma yapmak, inceleme için özveride bulunmak adeta unutulmuştur. Bu gelişmeğe şüphesiz siyasi örgütlerin milliyetçiliği araç olarak kullanmaları ile başlanmıştır. Slogan düzeyinde bırakılan ciddiyetten ve takipten yoksun birçok fikir, karşı hasmane hareketlerin doğup gelişmesine ve faturanın ise milliyetçilere çıkarılmasına yol açmıştır.
Biz çözümü Milliyetçi bilim adamının organize cehtinde buluyoruz. Yukarıda tanımladığımız anlamda bir Türklük anlayışı etrafında geniş anlamda Türkoloji bu ihtiyacın karşılanabilme merkezi olabilir. Türkoloji’nin Türk dili ve edebiyatı sınırlılığından çıkarılıp sosyal bilimlerin ilgili diğer dalları ile donatılması ilgili konuların doğal takipçisi kadroların yetişip hizmete dâhil edilmelerini sağlayabilecektir.
Balkanlarda Osmanlı, Balkan Türk kültürlülüğü diye, ortak ‘ben’ adına bir miras bırakmış mıdır? Ayrıntıya girmeden sahamla ilgili bir iki misal vermekle yetineceğim,
1832 yılında Makedonya Kalkandelen’de Alaca Camii yapılır Caminin iç tezyinatında Allah’ın ismi ile başlatılan sürecin altında Hz. Âdem’den başlayıp Hz. İsa, yı da kapsayan süreç Hz Muhammed ile hitam bulmaktadır. Bu örnek Osmanlının temsilciliğini yaptığı İslam’ın Muhammedî olmayan Balkan halklarını da kapsadığını gösteriyordu. Bu isimler Kuran-ı Kerim’de isimleri geçen peygamberlerdi. Caminin iç duvarına yansıtılmakla o peygamber, onlara gelen kitaplar ve onlara inanan halkın da kabul gördüğünü göstermiş oluyordu Bu gerçeği 2006 yılında Ohri’de dile getiren bir bilim adamı ‘Allah bütün dilleri anlar’ diyordu.
Anadolu’da olduğu gibi Balkanlarda da birçok ‘Üryan Baba’ vardı. ‘Üryan geldik üryan gideriz’ inancın bir sonucu olan bu anlayış, Üryan babaların mezarlarını ziyaret haline getirmiştir. Keza Anadolu’da olduğu gibi Balkanların birçok yerindeki farklı ‘Kesik baş’ türbeleri halkın nazarında ulu kimselerdirler Balkanlarda Sarı Saltuk, Gül Baba örneklerinde olduğu gibi hem Hıristiyan ve hem de Müslüman halk tarafından ziyaret edilen ulu kabirler vardır. İncelik getirilen teorik çerçevenin evrenselliğindedir. Bu inceliği dünya strateji tefekkürü Türklüğe borçludur.
Konusunda birleşince Muhammedî ulu ile İsevî ulu adeta hizmette birleşmiş oluyor. Cemaat İsevi de olsa, Muhammedi de İmamın akaidindeki müştereklik, birleşmeğe yol açabiliyordu.
Balkanlardaki Türk kültür stratejileri itibariyle denilebilir ki, Ecdadın Balkan stratejisindeki teorik tavrı, genel teorik tavrının Balkanlardaki tezahür şekli idi. Bu arayışın merkezinde Allah adına hareket etmiş olmak vardı. Bu arayış geniş coğrafyalarda kabul görmesini, uzun ömürlü olmasını ve günümüze miras bırakabilmiş olmasını bu teorik muhtevaya borçludur. Bu muhtevada adalet vardır ve dünyanın günümüzde en fazla ihtiyacını şey adalettir.
Ecdattan Balkanlarda günümüze kalan teorik mirasın kalıntıları Balkan Türk kültürlü potansiyelin olduğu kadar, Anadolu ve genel Türklüğün de yok sayamayacağı bir gerçektir. Bu teorik çerçevenin Balkanlardaki bu konuda yeteri kadar şuurludurlar
Yeni stratejik açılımlar tamamen bu rota üzerine oturtulmayabilirler. Ancak bu miras yok sayılamayacağı gibi, dışlayıcı Evanjalizm ve Türk kültürlü halklara karşı ondan daha farklı davranmayan batı Hıristiyan yapılanmasının karşısında, çok sayıda karşı alternatifimiz de yoktur.
Balkanlarda Türkiye tarafından yapılan ve yaptırılan her eser mükemmel olmak durumundadır. Bu eserlerin kusursuzluğu Osmanlı-Türk mimarisine devamlılık kazandırabilir.
Balkanlarda Türkiye tarafından yapılacak her eser imkân nispetinde Türklüğün Balkanlardaki Kültür Akrabaları ile birlikte yapılabilmelidir. Bu halkların kültürüne rakip ve düşman olarak yaptırılmasına imkân verilmemelidir.
Balkanlardaki geçmişin Türk kültür eserleri Türk kültürlü halklardan Boşnaklar tarafından ortak varis kimliği ile sahiplenirken, bir kısım Arnavutlara, Türklerle veraset ortaklığı bulunmasına rağmen rakip kültür olarak gösterilmekte, bu hal Cumhuriyet döneminde Balkanlarda yapılan Türk eserlerine muarız olunmasına ol açabilmektedir. Bu sorun çözülebilmelidir.
Osmanlı Balkan asarı Türk ve Arap İslam algılayışından hareketle bazı Arap ülkelerinin de rekabetine muhatap olabilmektedir. Balkanlardaki Osmanlı asarının Araplarla birlikte Allah rızası amaçlı olduğu Araplara ve taassup içinde olmayan gayri Müslim kesime anlatılabilmelidir.
Balkanlardaki Türk kültür stratejileri ekonomik kültür ağırlıklı projelerle yer değiştirerek göçün yön değiştirmesini sağlamaya muhtaçtırlar.
Bunların bilincinde olmak, karşı stratejileri anlayarak strateji üretebilme imkânını sağlar. Varsın Süper güç iki yıldır aralıksız her gün 50–60 Irak’lının ölümüne sebep olmayı sürdürürken, Türkiye-İran dayanışması konusunda Ermenilerle ilgili aslı olmayan iddialarla Türkiye’yi tehdide devam etsin. Balkanlardan Türk göçünü durduramamış olsak da, Din farklılığından doğan taassubu aşmada zorluk geçiliyor olsa da, Balkan İslam-Türk kültür mirası etrafında varisler arasında inkârcılığa kadar varan ciddi ihtilaflar sürüyor olsa da, büyük Türk şairi Sabir’in dediği gibi, “İran özümündür, İran’ı viran özümündür”. Ne var ki biz “Ağlamasını bilmeyen ölüsün tünbetün salar”/ Ağlamasını bilmediği için yasa gelenlerin ölüye üzülmesini değil, ölümü ile iyi olduğunu dedirtir/, durumuna düşmeyelim.
|