Başlıklar |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dipsiz kuyu Belene
Belene, yılan, çiyan dolu bataklık bir adaydı. Komünistler, muhaliflerini ve Türkleri oraya sürüp yok ediyorlardı. Açlık, çıplaklık ve dayaktan öldürdükleri insanların araba araba cesetlerini domuzlara yediriyorlardı. Buz kütleli sular Belene’yi basıp domuzlar sürüklenince insanlar domuzlara yem olmaktan kurtuldu. Fakat bu sefer öldürülen insanlar Tuna’ya atılmaya başlandı. Belene kampından sağ kurtulan Bulgar Vasil Lilov Kazanski, Ölüm Kampı Belene adlı kitabında, “Dışarıdan ne kadar mahkum gelirse o kadar mahkum öldürülecek” emri gereği 110 bin kişinin öldürüldüğünü söylüyor
Bulgaristan’da gidenin geri gelmediği Belene zulmünden kurtulduktan takriben 20 yıl sonra Türkiye’ye gelen Embiya Çavuş, bu tecrübeden sonra yaşamaktaki maksadının, yaşadığı ve gördüğü olayları yazıp çizerek gelecek nesillere belge olarak bırakmak olduğunu söyleyerek şöyle devam etti:
“15 Kasım 1926’da Şumnu vilayeti Mahmuzlu köyünde doğdum. Doğduğum yer, Bulgaristan Türklerinin %70’inin yaşadığı Deliorman yöresi, Tuna Nehri, Dobruca yaylaları üçgeninde bulunan, bir zamanlar ormanlık ve göz alabildiğine düzlük münbit bir yer olduğu için göç etsin diye Türk halkına baskılar, işkenceler, öldürmelerin yapıldığı bir tarihi Türk otağıdır. Atalarım Konyarlı, anam Kırım Türkü. Üç kız kardeşim var. Anam, babam İzmir’de vefat etti. Eşim Hanife Çavuş, yüksek ebe–hemşire, kızım İdil tıp doktoru. ABD Yale Üniversitesinde beyin hücreleri üzerine araştırma yapıyor.”
Komünistler Türk okullarını kapattılar, Türkçe’yi yasakladılar
Aile efradı hakkında bu bilgiyi sunan Embiya Çavuş, eğitim dönemi hakkında bir kesiti de şöyle aktardı:
“1944’den önce 2 milyondan fazla Türk’ün yaşadığı Bulgaristan’da, Türk okullarında eğitim Türkçe ve Bulgarca yapılmaktaydı. İlk okul 4 yıl, Orta medrese 4 yıl, Rüştiye ise 3 yıldı. Bulgaristan’da lise ayarında tek bir okul vardı, o da Şumnu’da idi. 4 yıllık nüvvab ve âli kısmı 2 yıl olan bu okullar resmi değildiler. Bunları bitirenler Türk okullarına hoca, müftülüklerde imam hatip olmaya hak kazanırlardı. Komünizmden önce Osmanlı zamanında kurulmuş okul, cami ve müftülüklerin yan gelir ve kaynakları, arazi ya da binaları vardı. Ama komünistler bunların tümünü, yönetime gelir gelmez devletleştirdiler. Daha sonra da Türk okullarını kapatıp Türkçeyi yasakladılar. Bulgar tedrisatını uyguladılar. Ben, 4 yıllık ilkokulu, Rüştiye, Medrese ve teknik okulu bitirdikten sonra nüvvabın son sınıfındayken ilelebet olmak üzere Bulgar okullarından tard edildim. Sonra da mahkumiyet devri başladı.”
Nazım Hikmet’e verilen rol
Bundan sonra Embiya Çavuş ile sohbetimiz soru cevap şeklinde gelişti. Biz sorduk, o cevapladı.
* 1944 yılında, bilindiği gibi komünizm, özellikle Rusya’da, Türklere karşı bir asimilasyon ve soykırım politikası uyguladı. Bunun Bulgaristan’daki sonuçları ne oldu?
Embiya Çavuş– “1944’te, komünizmin Balkanlara gelmesi, komünizm perdesi ardında Panslavizmin bölgeye yerleşmesi olacaktı; eğer komünizm çökmeseydi. Komünizm daha ilk adımlarında 4 milyona yakın Türklerin temizliğine girişti. Göçler başladı. Dünya kamuoyunda komünizme karşı kötü imaj oluşturması endişesiyle bu göçleri durdurmaya karar veren Moskova, Rusya’ya iltica eden Nazım Hikmet’i devreye soktu. Nazım; Bulgaristan’da yaşayan alevilerin arasında yaptığı konuşmada, “Göçü durdurun. Burada okuyup tahsil yaptıktan sonra hep birden Türkiye’ye gideceğiz” dedi. Kapanmış olan Türk okulları açıldı. Türkçe eğitim başladı. Üniversite ve başka Türk okulları açıldı. Bu okulların öğretmenleri genelde Azerbaycanlıydı. Moskova’nın amacı Bulgaristan Türkleri arasından yetiştirdiği kadroları Türkiye’yi komünistleştirme planında kullanmaktı, ama geri tepti. Bulgaristan okullarında yetişenler, üniversite tahsili yapanlar da dahil komünist değil Türk milliyetçisi oldu. Polonya vatandaşı, Slav kökenli Nazım’ın planı Kremlin’i hayal kırıklığına uğrattı.”
43 camiden tek cami kaldı
* Todor Jivkov dönemindeki Bulgar zulmünü anlatır mısınız?
Embiya Çavuş– “Azılı bir diktatör olan Jivkov, 500 yıl Osmanlı esareti imajı yaratarak zulüm yaptı. Sırtını Moskova’ya dayayarak, Türk halkını köy ve şehir meydanlarına topladı. Beyaz adamın kızılderililere yaptığını yaptı. “Siz bugünden itibaren Türk değilsiniz. Atalarınız, Dragan, Petkan, Maria, İrina’dır” deyip ellerine Slav kimlikleri verildi. Dünya da, “Kendi rızası ile soyuna dönme” açıklaması ile aldatılmaya çalışıldı. Asimilasyon hızlanmıştı. Jivkov, daha da ileri gidecekti ama beklenmedik bir şekilde çöküştü. Bir milletin yok edilmesi için tarihi eserlerin ortadan kaldırılması gereklidir. Jivkov, buldozerlerle mezarlıkları, camileri ve köprüleri yıkmaya başlamıştı ama Kremlin düştü. Ben, Balkanları ve Bulgaristan’ı tanıdığım gibi Türk dünyasını da tanırım. 1944’te, Şumnu’da 43 camii vardı. Mescitleri ve tarihi binalarının hesabı olmayan bu tarih dolu şehir Bulgaristan’ın İstanbul’uydu. Asimilasyon sonunda, 1989’da, ayakta, bir tek Tombul Camii kaldı. O da Birleşmiş Milletler koruma altına aldığı için kaldı.
Komünizm çökmeseydi Bulgaristan’da ne Türk, ne Müslüman kalmazdı. Balkanlardaki Slavların, Türk insanına karşı olan tarihi düşmanlığı sürüp gidecektir. Bugün Bulgaristan’da 2 milyon Türk, 600 bin Müslüman, Rum, Çingene, 700 bin Kuman,Pomak Türk’ü Müslüman ve 3.300.000 Bulgar yaşıyor. Bugün Balkanlar, Osmanlının yerini almak için çalışan Yunan ekonomi ve siyasetinin altına girmiştir.”
Gelecek nesiller için hayat
* “Yıllar boyu insanlık aradım, eşitlik aradım, ama çaresizlik beni ezilen halkımın var olma mücadelesine itti” diye bir cümleniz var. Buradan hareketle Bulgaristan’da verdiğiniz mücadeleden biraz bahseder misiniz?
Embiya Çavuş– “Ben, gençlik yıllarımı, Türkiye ve Türklere karşı ebedi düşman olan bir ülkede yaşadım. Halkının haklarını savunacaksan bilinçli mücadele gerekir. Bulgaristan’da bu şartları elde etmek çok güçtü. İstihbarat ve denetimler, bilhassa komünizm döneminde çok sıkıydı.
Ben ilk adımlarımı etki tepkiyi yaratır şeklinde attım. Çizdiğim Türk bayraklarını ve afişlerini yol boylarına diktim. Resim teorileri okudum. Teşkilatımızın gereksinimi, askeri mevzilerin planları derken, porselen fabrikası dekorasyonunda Çinli ve Beyaz Rus ressamları ile çalışarak, komünist sistemin porselen ve seramik sergilerine iştirak ederek temsil ettiğim fabrikaya ödüller kazandırdım. Çizdiğim eserler Kremli müzesinde yer aldı. Berlin, Londra, Finlandiya önderlerine Bulgar devleti tarafından verilen porselen takım hediyelerini ben hazırladım. O yıllarda porselen sanatında dünyada 4. sırayı alan Bulgaristan’ın, yaptığı anlaşmalarla bilgi alış verişi için gönderdiği uzmanlar heyeti içinde Polonya ve Rusya’nın çeşitli bölgelerine gidip incelemeler yaptım. Karma sergilere katıldım. Bazı eserlerimi, Bulgaristan’da, Türkiye’den Almanya’ya giden işçilere, Türkiye’de almak üzere vermiştim. Ancak 4 tanesini alabildim. Türk dünyasının yaşadığı dramı anlattığım çalışmalarım, Türk insanına karşı işlenen işkence, soykırım ve zorunlu göçleri, gelecek nesillere aktarmak yönünde belgesel nitelik taşımaktadır ve özel bir resim tarzıdır.”
Karşıtlarını yok etme üzerine kurulu sistem
* 4 yıl pranga, 6 yıl Belene, 6 yıl da başka bir yerde hücrede geçen 16 yıllık hapisten sonra müebbet cezanız 101 yıla indirilmişti. Biz, sizin yaşadığınız Belene Kampı olayını filmlerden ancak tanıma imkanı bulmuştuk. 6 yıl kaldığınız bu Belene hakkında neler anlatacaksınız?
Embiya Çavuş– Evet 16 yıl. Tonlarca kitap yazılabilecek bu konunun detayına girmeden önce komünist sistemdeki hapislik ve kamplardaki şartların ne kadar insanlık dışı ve işkencelerle dolu olduğunu bilmek lazım. Komünist sistemin anlayışına göre siyasi mahkum olamaz. Zira bu sistem eşitlik ve sosyal adaletli olduğu için insana baskı yapmazmış(!). Komünizmde, sosyalizmi kurmak için savaşan bizlere karşı gelenler insanlık düşmanıdır ve onları yok ederiz, prensibi geçerlidir. Komünizmde, siyasi prestipnik mahkumları vardı. Komünist Parti kararı tek karardı. Onlar da yok edilmeliydi. Hapishanelerde hücre sistemi olup günde 250 gr siyah ekmek, 1 çarpak, 250 gr da bulaşık suyu verilirdi. Siyasi suçlu isen dışarı ile irtibat kurman yasaktır. Şartlı olarak salındığımda daha geride 101 yıl hapis cezam vardı.
İnsanlar domuzlara yem edildi
6 yıl kaldığım Belene adası, Tuna Nehri üzerinde, yılan, çiyan dolu bataklık bir adaydı. Komünistler, Bulgaristan’a geldiklerinde, tüm kralcıları ve rakiplerini oraya sürüp yok ediyorlardı. Kokan bataklıklarda daha sonra domuz çiftlikleri kurarak, adaya sürdüklerini öldürüp domuzlara vermeye başladılar. Yalnız öldürüp yok etmek amacı ile çalıştırıp, açlık, çıplaklık ve dayaktan öldürdükleri insanların araba araba cesetlerini domuzlara verdikleri yıllarda oradaydım. 1950’den 1956’ya kadar... Ancak bu adayı buz kitleli sular basınca domuzlar sürüklenip gitti. Bu sefer öldürülen insanlar Tuna’ya atılmaya başlandı. 1956’da, Birleşmiş Milletlerin müdahalesi ile kurtulan ve geri kalan az sayıda mahkumun içinde ben de vardım. Dünyanın üç barbarlığından biri olan Belene kampından sağ kurtulan Bulgar Vasil Lilov Kazanski, yazdığı Ölüm Kampı Belene adlı 316 sayfalık kitabında, “110 bin kişi öldürüldü. Emir verildi. Dışarıdan ne kadar mahkum gelirse o kadar mahkum öldürülecek. Cesetler, araba ile eşek adasına götürülüp domuzlara veriliyordu” diyor. Yıllar sonra, 2002 Mayıs ayı başında bu kitabın bir filmi Bulgar televizyonunda gösterilmiş. Öyle ya da böyle Bulgar tarihinde bu barbarlık kara bir lekedir. Eğer bu vahşet olmamış olsaydı Vasil Lilov, kendi tarihini bu kitapla lekeler miydi?
TRT de bir Belene filmi yapmıştı. Yapım aşamasında yardımcı olduğum bu film gerçekleri vurgulamaktan çok uzaktı. Yapımcılara hakikatlerin saptırıldığını söylediğimde, “Biz kendi kalıbımıza uydurduk” demişlerdi.
Kurtulan birkaç yüz kişiden biri
* Belene’den nasıl kurtuldunuz?
Embiya Çavuş– 1956 yılında, Rus ve Bulgar orduları, komünizme karşı ayaklanan Macarları bastırmak için Budapeşte’ye girmişlerdi. Batılılar da komünist devletlerin semalarına istihbarat balonları gönderdiler. Birleşmiş Milletler elde ettiği bu istihbaratlarla Bulgaristan’ı sert bir şekilde kınayarak Belene kampının kapatılmasını istedi. Böylece orada kalan bir kaç yüz kişi hapishanelere sürüldüler. |
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 137 ziyaretçi (195 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|
|