hürbalkan internet dergisi
  GİRİŞ
 





“ROMANYA’DA TÜRK KÜLTÜRÜNÜN İZLERİ” konusuna Sarı Saltuk’un Romanya’da (Dobruca) bıraktığı izlerden söz ederek katkıda bulunmaya çalışacağım. Ancak Sarı Saltuk’tan söz etmeden önce “kültür” nedir? Hangi izler yüzlerce yıl sonra bile silinmiyor? Silinmeyen izlerin sırrı nereden kaynaklanıyor? Sorularına yanıt aramanın gerektiğini düşünüyorum. Sarı Saltuk’u ve kerametlerini anlayabilmek için de ayrıca “din“ başlığı altında büyük bir bilgi demetine ihtiyaç olduğunu da vurgulamak isterim.
Amacım sadece Sarı Saltuk’un kişiliğinden, yaptığı hizmetlerden söz etmek değil. Aslında Sarı Saltuk Sultan’ı tam anlamı ile anlatmanın da mümkün olamayacağı kanısındayım. Bu Konu ilim adamlarımız, araştırmacılarımız tarafından incelemeğe alınmış, enine boyuna araştırılmış. Ve araştırmalar devam etmektedir. Ben de çalışmamı araştırmacılarımızın değerli eserlerinden faydalanarak hazırladım. Bunun yanında istedim ki ; “Romanya’da Türk Kültürünün İzleri” konusu Sempozyum katılımcıları tarafından işlenirken dilimin döndüğü kadar konuya farklı açıdan bakmağa çalışayım. Bunun için Sarı Saltuk’un asırlardır gönüllerde yaşamaya devam etmesinin nedenlerini ön planda tutmak istedim.Türk Kültürüne vurduğu silinmeyen damganın sırrından söz açmak istedim. Bu konuların anlatımı elbette beni aşar. Hoş görünüze sığınırım.
“kültür” nedir? Hangi izler yüzlerce yıl sonra bile silinmiyor? Silinmeyen izlerin sırrı nereden kaynaklanıyor?

KÜLTÜR

“Kültür” sözcüğü bir çok anlamda kullanılıyor. Konumuzla ilgili olarak sözlük anlamı;
1. Tarihi, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada sonraki nesillere iletmede kullanılan , insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü – hars, ekin.
2. Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünüdür.
İnsan varlığında ruh neyse, toplum varlığındaki cevher de kültürüdür.
Buna göre kültür, bir bütün olarak toplumun ürünüdür. Toplumu toplum yapan her şeydir. Kültür bir toplumun her hangi bir kesiminin, her hangi bir sınıfının yarattığı bir şey de değildir. Kültür organik bir bütünlüktür. Kültür ,düşük seviyeden üst seviyedeki kültüre doğru akan bir akımdır. Kültür içindeki bu dairesel akım devamlıdır. Her sınıfın kültürü diğer kültür seviyeleri ile iletişim halindedir. Kültür her an değişmekte ( terakki-tedenni) medeniyet ilerlemektedir. Medeniyette gelişmek daha ihtisaslaşmış kültür guruplarının meydana çıkması ile mümkün olabilen bir olgudur.
Geçmişin bize bıraktığı kültür mirasını tanımayı ve bilmeği düşünebiliriz. Bu durumda kültürlü diyebileceğimiz kişi bilim adamı olabilir. En geniş anlamda kültür, soyut kavramları anlayabilme ve kullanabilme olarak tanımlanabilir. Dünyanın bütün bölgelerinin birbiriyle olan ilişkilerinin kültürü etkilediği ölçüde, kültürün şuuruna vardığımız bir gerçektir. Kültür,yönlendirilebilecek , bazı şartlar altında etkilenebilecek bir şey değildir.
Kültürümüzü oluşturan unsurların çoğu yaşanan dinin de unsurlarıdır. Din,değişmeyen ilahi kurallardan oluşur. Kültür, zamanla değişen ( terakki veya tedenni yönünde) farklılaşan bir beşeri olgudur. Din, kültürün özüdür. Din, gelişen kültürü kuralları dahilinde içinde barındırır. Toplum kabul ettiği dinin özünü yansıtmaktan zaman zaman uzak olabilir. Bu durumda kültürümüz yaşayamaz, yerinde sayar ve küçülür , yok olmağa mahkum olur. Kültürümüzü en ideal durumda hayal ettiğimiz zaman toplum gerçekten dinini ( Müslümanlığı) benimsemişse Müslümanlık kültürü doruğa ulaşır. Din, kültüre muhtaç olduğu sınırı çizerek insanlığı bunalım ve ümitsizlikten kurtarır.
Bir kültürü anlamak , öğrenmek kolay değildir. Kültürü incelemek,öğrenmek suretiyle de o kültürün anlayışına sahip olamayız. Kültürü anlamak o kültüre sahip olan halkı anlamak demektir. Kültür hakkında edindiğimiz bilgi soyut olduğu için özden yoksundur. Ancak o kültür yaşanarak öğrene bilinir. Bir kültürü anlayabilmek insan şuurunun çok ötesinde bir olaydır. Bundan maksat kültürün, sadece bir çok faaliyetlerin toplamı olmayıp bir hayat tarzı olduğunu ifade etmektir.
Kültürün, bir kuşaktan ötekine iletilmesinde ilim adamlarının ve halkın üstüne düşen görevler vardır.Geldikleri kültürlerle bağını koparan bilim adamları görevlerini tam yapamazlar. Çünkü, ilim adamı olarak kendinden önceki ilim adamlarından aldığı kültürü halkına iletmek görevidir. Davranışları şekil ve değer bakımından muhafaza etmek ve iletmekse bütün halkın görevidir. Kültürün bir nesilden ötekine iletilmesinde en önemli ortam ailedir. Hiç kimse , ilk çevresinden aldığı kültürden uzaklaştırılamaz. Bu duruma en iyi örnek komünist rejimden koparak bağımsızlığını kazanan Türklerdir. Yıllarca katlandıkları baskılar karşısında direnerek Türk kültürünü nesilden nesile dillerini, geleneklerini , dinlerini muhafaza ederek, iletmeği başarmışlardır. Bu güç iş aile yapısının sağlamlığı sayesinde gerçekleşmiştir. Türkiye –Anadolu tarihi incelendiğinde en göze çarpan hususiyetin kültür varlığının sürekli olmasında düğümlendiğini görüyoruz. Bu sürekliliğin temel yapısı Orta Asya Türk anane medeniyetine dayanmaktadır. Ecdadımız inanç veya dinlerin manevi havası içinde devlet ve aile düzeni kurarak ananelerini geliştirdiler.
Bizler Köstence’de Türk kültürünün izlerini anlatırken gerçeklerden söz edebiliyoruz. Çünkü aynı kültürden geliyoruz. Bölgesel farklar olabilir. Bu farkların

HANGİ İZLER ASIRLARCA SİLİNMİYOR?

Köstence’de Türklerin bıraktığı hangi izler var? Sorusuna yanıt ararken bir çok izin zaman içinde yok edildiğini veya kendiliğinden silindiğini biliyordum. Ancak bilinen (Romanya Babadağ'daki Sarı Saltuk Türbesi; Arnavutluk Kruya'da Sarı Saltuk Türbesi; Bosna-Hersek Blagay'da Sarı Saltuk Türbesi; Bulgaristan Obroçişte-Balçık'ta Akyazılı Tekkesi ve İmareti; Köstendil'de Koca İsnak Paşa Köprüsü, Uludere Harmanlı Köprüsü; Budapeşte'de Gül Baba Türbesi; Kosova Priştine'de Sultan Murat Hüdavendigar Türbesi; Üsküp'te Sultan Murat Camii, Kurşunlu Han; Filibe'de Sultan Murat Hüdavendigar Camii, Karagöz Paşa Medresesi, Hünkar Hamamı, Şahabeddin Paşa Hamamı; Saraybosna'da Gazi Hüsrev Bey Camii; Sofya'da Mahmut Paşa Camii ve Kervansarayı, S Şumnu'da Şerif Halil Paşa Camii, saat kulesi; Yunanistan Kavala'da Mehmet Ali Paşa Medresesi, yeniden inşa edilen Mostar Köprüsü; Manastır-Bitola, Pirlepe'de saat kuleleri; Peç'te Kazım Paşa Camii gibi çeşitli örnekler günümüze kadar ulaşmıştır.. ) bir çok eserin ve ismin yanında Sarı Saltuk Sultan’nın önceleri bilinmeyen kabri kerametlerle ortaya çıkıyor ve izleri silinmek şöyle dursun zaman geçtikçe daha belirgin bir hal alıyor.
Sarı Saltuk Sultan, bizden , kültürümüzden bir parçadır. Onun yaşadığı çağda da binlerce insan yaşadı. Ancak bu gün onlardan bir kaçının adını ve hizmetlerini biliyoruz. Onların adlarını bu güne taşıyan güç nedir? Bu konu hakkındaki araştırmalarımdan çıkardığım sonuç kısaca şöyledir ; hemen hemen her zaman dinimizi savunurken kültürümüzü, kültürümüzü savunurken dinimizi savunuyoruz. O halde ortak bir inanç olmazsa kültür bakımından milletleri bir araya getirmek sadece hayaldir.

Kaynaklar

1- Balkan Türkleri, Asam Yayınları, Ankara 2003, s.193
2- Ekrem Hakkı Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mimari Eserleri, İstanbul 1981-82
3- Balkanlar'daki Türk Kültürünün dünü-bugünü-yarını, Uludağ Üniversitesi yayınları, Hazırlayan: Hasan Basri Öcalan, s.220
4- Mustafa İsen, “Tezkirlere Göre Osmanlı Kültür Coğrafyası”, Ötelerden bir ses, s.67-69
5- Mustafa İsen, “Balkanlar'da Türk Edebiyatı”, Balkan Türkleri, Asam Yayınları, Ankara 2003, s.225
6- Balkanlar'daki Türk Kültürünün dünü-bugünü-yarını, Uludağ Üniversitesi yayınları, Hazırlayan: Hasan Basri Öcalan, s.193

SİLİNMEYEN İZLERİN SIRRI NEDİR?

Birbirinden farklı kültürlere sahip olan toplumların kültürlerindeki ortak vasıfları yaratan hakim güç, dindir. Bu yüzden asırlar sonra Sarı Saltuk Sultanı ve onun gibi sayısız ermiş zatları biliyor, anıyor, ziyaret ediyoruz.
Diyelim ki dinimiz (Müslümanlık) yok oldu. O zaman kültürümüz de ortadan kalkacaktır. Yeniden cehalet dönemi başlayacaktır. Çünkü ; kültür satın alınamaz. Yeniden ağlarımızı örmeğe çalışacaktık. Ama yine bir inanç uğruna çalışacaktık. Toplumları bir arada tutan din birliğidir. Maddi ve manevi değerleri zayıf olan milletler tarih sayfasından silinmeğe mahkumdur. Her şey sonludur. Ebedi- sonsuz olan Allah’tır.
Sarı Saltuk Sultan’ın yaşam felsefesinde izlediği yol Allah ‘ın Peygamberleri aracılığı ile insanlara sunduğu hakikat yoludur. Hakikat yolundan gidilerek başarılan işlerin bıraktığı izlerin silinmediği de hakikattir.

“ Gideriz, silinmez izde gideriz.
Taş bağırda, sular dizde gideriz.
Bir gün akşam olur, biz de gideriz.
Kalır dudaklarda şarkımız bizim. “
Necip Fazıl Kısakürek.

Faydalanılan kaynaklar;
1. Kültür Üzerine düşünceler - T.S. ELİOT- Çeviren Dr. Sevim Kantarcıoğlu. Kültür ve turizm Bakanlığı yayınları
2. Mustafa Yazgan’nın kaleminden AİLE – BİRİNCİ KİTAP-
3. Türk Kilim Motifleri – Yusuf Dural- Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü- Ank. 1987-
4. Türkçe Sözlük – Türk Tarih Kurumu Basım Evi- Ank. 1988-
5. Orhundan Anadolu’ya Türk Damgaları – Prof. Dr. Tuncer Gülensoy 1989

SARI SALTUK KİMDİR?

1- On üçüncü yüzyılın ikinci yarısında Türk- İslam tarihi sayfalarına kahraman bir velinin adı altın harflerle yazıldı. Veliliği yalnızca Müslümanlarca değil, Hıristiyanlarca da kabul edilmiş olan büyük insan, dini haysiyetle kahramanlığı bağrında birleştirmiş. Türk hakimiyetinin ulaştığı her yerde adına türbeler, makamlar, tekkeler yapılmıştır. Bu kahramanlar evliyası, Yahya Kemal’in

Geldikti bir zaman Sarı Saltuk’la Asya’dan
Bir bir Diyarı Rum’a dağıldık Sakarya’dan

diye anlattığı insandır.
Hoca Ahmet Yesevi ; doksan dokuz bin müridinin bu en seçilmişine “ – Saltuk Mehmet’im ! “ diyor, “ Seni Rum’ a saldım. Var git, yedi krallık yerde nam ve şan sahibi ol.!”
Sarı Saltuk Sultan ,böylece ardında yedi yüz sadık müridi ile yollara düşüyor ve Anadolu’ya geliyor

Kaynak
Anadolu Evliyaları- Nezihe Araz

…………………………….

2- Sarı Saltuk’un hayatını konu alan Saltukname’ye göre Sarı Saltuk, Akşehirlidir. Azerbaycan ve Derbent yoluyla , Moğollar zamanında Alaeddin Keykubad’ın takip ettiği yolla Kırıma gitmiş , irşatla meşgul olmuş, gaza ganimetleriyle geçinmiştir. 667
( 1268) de hakka yürüyen Akşehirli Seyid Hayrani’nin müridi imiş. Edirne ‘ye yerleşmiş. Ancak Kırımdaki Kefe’yi de çok severmiş. Son günlerinde İsakçı’da oturmuş 696(1296) ‘da ebediyete göçünce bu şehirden üç saat mesafede bulunan Babadağ’da defnedilmiştir.
Sarı Saltuk’un asıl adı Şerif Hızır’dır.Babasının adı Seyyid Hasandır. Şerif Hızır üç yaşındayken babasız kalır. Şerifin yetiştirilmesi işini Seravil adındaki bir lala üstlenir. Kısa sürede ata binmeyi, ok atmayı, kılıç kullanmayı öğrenen Şerif Hızır Türk destanlarının alp tipi örneklerindendi.
Şerif Hızır’ın Saltuk adını alması bir geleneğe dayanır. Geleneğe göre kişinin gösterdiği bir kahramanlık sonucu ad almasıdır. Saltuk adını, Savaşta yendiği Alyon adlı bir düşman vermiştir. Müslüman olan Alyon’a da Saltuk, İlyas adını verir.

Kaynak ;
-Anadolu’da Aleviler ve Tahtacılar- Yusuf Ziya Yörükan-
Eklerle yayına hazırlayan – Turhan Yörükan- T.C Kültür Bakanlığı Yayınları 2002- Ankara-
…………………………………

3 - Sarı Saltuk ; Türkistan taraflarından Anadolu’ya gelip İslamiyet’in yayılması için çalışan mücahit Türk derviş ve erenlerindendir. İsmi, Muhammet Buhari’ dir. Sarı Saltuk lakabıyla meşhur olmuştur. Doğum ve vefat tarihleri kesin olarak bilinmemekle birlikte on üçüncü yüzyılın ikinci yarısında yaşamıştır. Türbesi Baba Dağındadır.
Türkistan’da yetişen evliyanın büyüklerinden Ahmet Yesevi hazretleri ve talebeleri Anadolu’ dan gelen Türklere maddi ve manevi yardımda bulundular. Yetiştirdikleri mümtaz insanlardan bazılarını Anadolu’ya gönderdiler. Bunlar arasında Hacı Bektaş- ı Veli ve Sarı Saltuk lakabıyla tanınan Muhammed Buhari de vardı.
Ahmet Yesevi hazretleri, , Hacı Bektaş-ı Veli’den sonra Sarı Saltuk’ u Horasan Erenlerinden yedi yüz kişi ile ona imdada gönderdi. Meşhur tahta kılıcını Sarı Saltuk’un beline kuşatarak şu nasihati verdi: “Saltuk Muhammed’im! Bektaş’ım seni Rum’a göndersin. Var git. Leh diyarında Makedonya ve Dobruca’da yedi krallık yerde nam ve şan sahibi ol.
Sarı Saltuk ve yanındaki yedi yüz mücahit, gazi, derviş Anadolu’ya geldiler. Hacı
Bektaş-ı Veli, Ahmet Yesevi Hazretlerinin emrine uyarak Sarı Saltuk’u Dobruca’ ya gönderdi.


Kaynak:
Evliyalar Ansiklopedisi- İhlas Gazetecilik Türkiye Gaz. Hold. 1993- İst.
...........................

4 - Saltukname’de Sarı Saltuk

Seyit Battalın torunlarından olan Sarı Saltuk, Kafirlere karşı cihat ve Müslümanlığı yaymakla görevlendirildi. Kafirlerin dillerini, dinlerini bilgin bir rahip kadar bilir, türlü hilelerle onların şehirlerine, kiliselerine saraylarına girerdi. Rahip kıyafetiyle kilisede vaiz verir, hükümdarları, rahibi öldürür veya Müslüman yapardı. Anamaz kılmayan dervişlerle saçını, sakalını bıyığını ve kaşını traş eden kalenderileri döver; zikir meclislerinde kadınlarla erkekleri birlikte bulunduran bazı büyük Türk şeyhlerini uyarırdı. Sünni mezhepleri arasında Hanefiliği savunur, rafizilere ve haricilere karşı savaşırdı. Sarı Saltuk’un kerametlerini sihirbazlık sanan kafirler onu bir kere ateşe, bir kere de denize attıkları zaman,Hızır’ın emrinde olan gizli güçleri onu kurtardılar. Sarı Saltuk, Anadolu, Rumeli, Suriye, Mısır,Habeşistan, Balkanlar ve Kıpçak ülkelerinde geziler ve savaşlar yaptı. Büyük bir sofi olduğu için zamanında yaşayan büyük şeyhlerle dostça ilişkiler kurdu. Hacı Bektaş Veli, Karaca Ahmet, Taptuk Emre, Fakih Ahmet, Celaleddin Rumi, Nasraddin Hoca onun yakın dostlarıdır.
Sarı Saltukun müritleri kafirleri haraca kesen gazi dervişler ve alp erenlerdendi. Saltuk’ta bir çok kutsal emanet ( Hz. Muhammed’din kılıcı, Ebubekir’ in asası, Halife Ömer’in tarağı, Halife Osman’ın kamçısı) vardı.
Sarı Saltuk, Sultan Osman Gaziyi Edirne ye çağırarak beline kemer kuşatmış, ak destar, asa, hamaylı ve Mushaf vermiş, bütün gazilerin onun çevresinde toplanmalarını vasiyet etmiştir. Saltuk, savaşla geçen uzun bir ömürden sonra şehit olmuş, vasiyeti üzerine önceden hazırlanan tabutları çeşitli hükümdarlar tarafından alınarak kendi ülkelerinde gömülmüştür.
Sarı saltuk 99 yıl yaşamış, sonunda düşmanları tarafından zehirlendikten sonra hançerlenerek şehit edilmiştir. Ancak son nefesini vermeden önce , kendisini zehirleyen ve hançerleyen düşmanını öldürmüştür.


Kaynak:
Meydan Larousse C: 11
Anadolu ve Balkanlarda Sarı Saltuk- Prof. Dr. Şükrü Akalın

……………………………

5- Kitâb-I Dede Korkut Ve Saltuk-Nâme

Kitâb-ı Dede Korkut’un izi daha sonra yaratılan edebî eserlerde de kendisini kuvvetli bir şekilde hissettirmiştir. Sibirya’daki, Türkistan’daki, Kafkasya’daki, Anadolu’daki ve Balkanlardaki Türk halklarının destanlarında, hikâyelerinde, masallarında Kitâb-ı Dede Korkut’un izi açık veya gizli olarak görülmektedir. Bu edebî ürünlerden birisi de Saltuk-nâme’dir
Saltuk-nâme'nin konusu, esas olarak Sarı Saltuk'un hayatıdır. Eserin birinci cildinin ilk iki menkıbesinde Sarı Saltuk'un çocukluğu ve yetişmesi anlatılmaktadır. Birinci cildin elde bulunan nüshalarının ilk yaprakları kopuk olduğu için, Sarı Saltuk'un doğumundaki destanî unsurları tespit edemiyoruz. Saltuk-nâme'ye göre Sarı Saltuk'un asıl adı Şerîf Hızır'dır Şeceresi ise Hz. Muhammed'e ve Hz. Ali'ye dayanmaktadır Bu sebeple, eserde kahramanımızın Şerif, Şerif Hızır, Server, Saltık, Sarı Saltık adlarının yanı sıra Seyyid adı ile de anıldığı görülmektedir
Saltuk-nâme'de, yiğitte bulunması gereken özellikler ok atmak, yazı yazmak, suda yüzmek ve gezmek olarak sıralanırken, Sarı Saltuk'un bu dört hünerde mahir olduğu özellikle belirtilir

Kaynak
Saltuk-nâme III, Haz. Doç.Dr. Şükrü Halûk Akalın, Ankara, 1990

………………………….

6- Oğuzname’de , Sarı Saltuk 1263-1264 (H 662) senelerinde Dodruca Babadağı havalesinde bulunan mücahit dervişleri irşad ve idare ettiği yazılıdır.
Sarı Saltuk, güzel ahlak ve kahramanlığıyla Batı Türkleri arasında efsaneleşti. Hamse sahibi Şair Nev’izade Atai , Kitab-ı nefehat-ül- Ezhar der Cevab-ı Mahzen-il Esrar’da ve Kemalpaşazade Mohaçname’sinde ondan bahsedip “ Veli’lik tahtının sahibi, keramet ülkesinin padişahı Sarı Saltuk Sultanın ki sayısız harikalar (olağanüstü haller) ve çokça görünen keramet pırıltıları ile dışa akseden , hükümdar tavırlı ama mütevazi azizlerdendi.” ( Dobruca Kırı dedikleri yerde sahib-i serir-ivilayet, Taçdar-ı iklim-i keramet, Sarı Saltuk Sultan’ın ki havarık-ı adat-ı kahire ve bevarık-ı keramet-ı bahire ile zahir olan emir –suret, fakir- sirret azizlerdendi.) Diyerek keramet sahibi bir veli olduğunu bildirmektedir.

Kaynak:
Evliyalar ansiklopedisi- sf.195-

SARI SALTUK NELER YAPMIŞTIR?

Sarı Saltuk, Anadolu ve Rumeli'nin fethi esnasında gazalara katılan, kahramanlığı ve velayeti ile daha yaşarken efsanevî bir şahsiyet haline gelen müstesna bir Türk kahramanıdır. Veliliği yalnız İslam aleminde değil, Hıristiyanlıkça da tasvip edilmiş, Türk hakimiyetinin ulaştığı her yerde adına türbeler, makamlar ve tekkeler tesis edilmiş bir kahraman ve din adamıdır. Türkistan’da Hoca Ahmet Yesevi’nin müritlerindendir. Uzun müddet maddeten ve manen hocasının tekkesine hizmet ettikten sonra liyakat mertebesine erişmiş ve hocası tarafından bir mürşit olarak Rum diyarına gönderilmiştir.
Sarı Saltuk kendisine verilen, İslam dininin yayılması ve Türk hakimiyetinin gelişmesi vazifesini, temin için Anadolu'ya geçmiştir. Anadolu'ya geldiği zaman Anadolu beyleri büyük bir mücadele halinden idi. Durumu tetkik eden büyük Veli, Kayı Han aşiretinin beyi Osman Beyle tesridi mesai etmeyi gayelerine uygun görmüştür. Bundan sonra İslam dininin Veliliği ve mürşitliği vazifesi yanında bizzat Osmanlı ordusunun saflarına katılarak Türklüğün yayılmasında büyük rol oynamıştır. Osman Beyle daha ilk tanıştığı anda, onun büyük bir Türk imparatorluğu kurarak Rum diyarını İslam ışığı ile aydınlatacağını hissetmiş ve kendisine söylemiştir. Rum diyarına geçen Sarı Saltuk Osman Beyi Edirne ye davet ederek ona gayret kemeri kuşatmış ve yanındaki Türk bahadırları ile mağlup ettiği bir Rum tekfuruna "Osman Bey beyimizdir, sulhu onunla yap" demiştir. Büyük Türk camiasının, Osman Bey etrafında toplanması için büyük gayret sarf etmiştir. Sarı Saltuk büyük bir asker olmakla beraber aynı zamanda bir ayağı madde aleminde ve bir ayağı manevi Alemde olan büyük bir mutasavvuftur. Kendisi büyük bir Sofi olup, hak ve adaletin iyilik ve güzelliğin temsilciliğini yaparken bir taraftan da İslam dininin ve Türklüğün yayılması için kılıç sallayan, bu hareketleri ile ırkdaşlarına önderlik yapan bir kahramandır. Mukaddes gayesi uğruna İran, Hint, Kafkasya, Türkistan, Çin, Kırım, Kıpçak, Endülüs ve bilhassa Güney doğu Avrupa memleketlerinde gezmiş ve vazife görmüştür. Kafirlere karşı hiç bir karşılık beklemeden Müslümanlığı yaymayı vazife edinmiştir. Çünkü hocası ona öyle öğütlemiştir. Fakat ona en büyük vazifeyi, bir gün rüyasında Hazreti Peygamber vermiştir. Rüyada, "Seyit Saltuk, Edirne'yi fetih et ve Müslüman et. Ümmetim bu yeri elden koymasınlar" denmiştir. Söylentilere göre Edirne fetih edilerek Müslüman ediliyor ve Sarı Saltuk bu şehri adeta dergah kabul ederek, ömrünün son 40 senesini dönüp dolaşıp burada geçiriyor.
Hazreti Peygamber bir hadisinde <Harp hiledir> diyor. İşte Sarı Saltuk faaliyetlerinde bu prensipten ayrılmamıştır. Rum diyarında Hıristiyanların dilini, dinini, usul ve erkanlarını öğrenmiş ve hatta kiliselerine kadar girerek vaizde bulunmuştur. İznik’e gelerek, devrinin ilim ve din merkezi olan bu kasabada Ayasofya'yı ziyaret etmiş ve kilisede vaiz ederek bir çok kimseleri vaftiz etmiştir. Zamanın, ve din bakımından velilerinden olduğunu kabul eden İznikliler onu çok sevmiş ve bilahare adına bugünkü makamını yani Sarı Saltuk türbesini tesis etmişlerdir. Edirne’yi kendine mesken kabul ederek, Rum diyarına uzanan Sarı Saltuk, Hıristiyan aleminde de nam salmış ve Hıristiyan şehirlerinde adına makam ve türbeler tesis olunmuştur. Lehistan ve Dobruca da Rum kızlarına musallat olan ejderhaları öldürerek efsaneler yaratmış, yüz binlerce Hıristiyan'ı Müslüman yapmış,%51'i Müslüman olan Danzing şehrine yerleştirmiştir.
Sarı Saltuk ölmezden evvel kendisine yedi tabut hazırlanmasını vasiyet etmiş ve öldüğünde, yedi tabut talep eden yedi krallığa verilmiştir. Fakat bu yedi mezar zamanla, onu sevenler ve hayranları tarafından kırka çıkarılmıştır. Bugün 40 yerde adına yapılmış makam ve mezarı vardır. Sarı Saltuk 1453 yıllarında İstanbul'un Fethi ile meşgul olan genç Padişah Fatih Sultan Mehmet’e de manen önderlik etmiş ve İstanbul’un zaptında büyük rol oynamıştır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u kuşattığı zaman büyük heyecan ve sabırsızlık içerisinde çırpınıyor ve mütemadiyen teftişler yapıp divan topluyordu. Bir gece rüyasında Sarı sakallı ve yağız yüzlü Sarı Saltuk çıkarak, İstanbul’un anahtarlarını kendisine teslim eder. Fakat bu anahtarları Edirne'de saklayacaksın der. Genç padişah bu rüyasını hocası Akşemsettin’e müjdeler ve İstanbul'un fethini müteakip Sarı Saltuk’un dileğini yerine getirir. Fatihten sonra Sarı Saltuk Edirne beyi olarak Şehzade Cemin sevgilisi olmuştur. Cem buna o kadar ileri bir yakınlık ve sevgi duymuştur ki, adamlarından Ebu Hayr Rumiyi vazifelendirerek Sarı Saltuk’un peşine takmış, onun hakkındaki bütün malumatı toplatarak Saltukname isimli bir eser vücuda getirilmiştir. Bu sevgiyi ona aşılayan Sarı Saltuk’un ikametgah kabul ettiği Edirne muhitidir. Birbirini takip eden padişahlar ve ümera arasında Sarı Saltuk’un ismine ve veliliğine uygun bir türbe inşa edilmesi düşünülmüştü. Bu husus birçok kimseler tarafından tasarlanırken Sarı Saltuk Bayezid’ in rüyasına girerek türbesinin inşasını istedi. Beyazıt Sarı Saltuk ismine layık bir han, bir imaret, medrese, kervansaray ve bir türbe yaptırmıştır. Fakat bununla iktifa edilmeyerek gezdiği ve dolaştığı Rum ve Osmanlı beldelerinde bir çok kimseler onun adına türbe ve makamlar tesis etmişlerdir. İznik’teki de bunlardan biridir. Mühim olan bir nokta da, yine bir çok kimselerin rüyasına giren Sarı Saltuk’un türbelerinin kubbelerini kagir istememesiydi.
Netice olarak Sarı Saltuk Müslümanlık ve Türklüğün yayılmasında mühim rol oynamış bir veli, bir kahraman ve bir Evliya'dır. Sarı Saltuk ve arkadaşları Bizans ucunda derviş gâzilerin öncülüğünü yaptılar. Gittikleri yerlerdeki yerli ahâlinin pek çoğu Sarı Saltuk ve arkadaşlarının güzel ahlâkını ve örnek yaşayışını görerek Müslüman oldular.
Sarı Saltuk’un edebiyâtımızda da mühim yeri vardır. Hayâtı destânî şekilde de olsa Saltukname adındaki eserde geniş olarak ele alınmıştır. Kitabın ortaya çıkışında Cem Sultan’ın rolü pek büyüktür. Fâtih Sultan Muhammed Han, Uzun Hasan üzerine sefere çıkarken Cem Sultan’ı Edirne’ye göndermişti. Edirne'den Baba Dağı’na geçen Cem Sultan, Sarı Saltuk’un menkıbelerini dinleyip, hayran kalmıştır. Bunun üzerine maiyetinde bulunan Ebü’l-Hayr-ı Rûmî’yi vazifelendirerek bu menkıbeleri derlemesini istemiştir. Müellif, Anadolu ve Rumeli’yi adım adım dolaşıp Saltuknâme’yi yedi senede üç cild hâlinde yazmıştır.
Aya Nikola (Veya Noel Baba): İlçenin batısında, Çamlığın hemen ilersinde halk tarafından Aynikola olarak adlandırılan ve üzerinde eski bir yapıya ait kalıntılar bulunan Yarımadadır. Kalıntıların Hıristiyanlarca kutsal bir şahsiyet olarak kabul edilen ve Bütün dünyada, Noel Baba olarak bilinen Aya Nicolas'ın (Aziz Nikola) ilk Hıristiyanlık döneminde irşat görevini yürüttüğü ve kendi kurduğu kiliseye ait olduğu, Aynikola adının da buradan geldiği kuvvetle muhtemeldir. Bu konuda en kuvvetli iddia Mimar Erdoğan VATA tarafından belgeleriyle ortaya atılmıştır. Cumhuriyet Gazetesinde 1996 yılında yayımlanan haberde, Vatikan Kodeksi (Kilise Tapu Kayıtları) ile Bükreş, Götengen ve Heidelberg Üniversitelerinde bir araştırma yaptığını belirten VATA, Noel Baba'nın Türk asıllı olduğunu ileri sürmüştür.
Mimar Erdoğan VATA'ya göre Noel Baba Oğuz boyundan Türk bir ailenin oğludur. Ailesinin 4 yaşındayken Hıristiyanlığı seçmesi sebebiyle Sarı Saltuk olan ismi Nicolas olarak değiştirilmiştir. Büyüdüğünde ise keşişliğe başlamış, Çarşamba ile Perşembe arasında bir yere yerleşerek Hıristiyanlığın yayılmasına önemli katkılarda bulunmuştur. Buradaki "Çarşamba ile Perşembe ilçeleri arasındaki bir yer" tanımlamasına uyan tek yer, Aynikola olarak bilinen yarımadadır. Ancak, Şehzade Süleyman ve alp eren arkadaşları, yağlı güreşleri ilk başlatan kimseler değildir. Onlar, kendilerinden 100 yıl önce Rumeli'ne geçmiş, Edirne'yi fethetmiş ve burada ilk defa savaşa hazırlık için güreşmiş, Sarı Saltuk ve onun arkadaşlarının hatırasını yaşatmışlardır.
Güreş tarihi araştırmacıları tarafından verilen bilgilere göre, Moğol baskısı karşısında Anadolu Selçukluların dağılması üzerine Sarı Saltuk'un 1264 yılında Rumeli'ye geçtiği ve Edirne'yi Bulgarların elinden aldığı bilinmektedir. Sarı Saltuk, Alp-eren olduğu hâlde, Rumeli Türkleri arasında güreşçi olarak da tanınır. Burada 1304 yılına kadar kalan Sarı Saltuk'un bu bölgelerde güreşler yaptırdığı görüşü dile getirilir. Osmanlıların Kırkpınar'a sahip çıkmaları ise, Sultan Murad Hüdavendigar zamanında olmuştur.

Kaynaklar;

1) Kâmûs-ül-A’lâm; c.4, s.2916
2) Selçuklular Zamânında Türkiye; s.581
3) İbn-i Battûta; s.345
4) Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi; c.3, s.971
5)Türk Halk Kültürü Araştırmaları- 1998 Romanya Dobrucası’nda Yedi Türbe- Yrd. Doç. M. Naci Önal
6) Hacı Bektaş-i Bildirileri Ank. 1990-

EVLİYA ÇELEBİ’NİN ANLATIMI İLE BABADAĞ

Baba Saltuk burada gömülü olduğu için böyle denmiştir. Yıldırım Beyazid fethedilmiş ve kalesini yıktırmıştır. Evvelce orman içindeymiş, şimdi orman kesilmiştir. Silistre sancağına bağlı 300 akçalık kaza merkezidir. Köstence ile Hırsova ve Tulça arasında, Karadeniz’e bir ırmakla bağlanan bir gölün güney kıyısındadır. Burası Dobruca’nın kuzeyidir. 7 nahiye, 100 köy bu kazaya bağlıdır. 3000 kagir evi mükellef konakları olan bir şehirdir.
Ulu Cami, Sarı Saltuk Baba’nın tekkesi yanındadır. II. Bayazid yaptırmıştır. Kıble kapısından mihraba 180 adım, mühim Selatıyn Camiidir. Cami içindeki sütunlar çok güzeldir. Defterdar Derviş Paşa Camii de güzeldir. Pek çok mescidi, 3 medresesi, 20 mektebi, 8 hanı, 390 dükkanı, 70 kadar konak hamamı, 3 umuma açık hamamı vardır. Şehir dışında koruluk vardır.Sığır koyun, at sürüleri ile dolu olan bu koru, Baba Saltuk Bektaşi Dergahı vakfıdır.
Baba Saltuk Türbesi çok büyük ziyaret yeridir. Zira Selçuklular zamanında buraya gelip yerleşmiş, Tatarlara din öğretmiş, Yunus Ermenin mürşidinin mürşidi olan ulu velidir. Şimdiki türbeyi, Akkerman sefer-i hümayununda buradan geçen II.Bayezid yaptırmıştır. Şehri de geniş ölçüde imar etmiştir. Han, imaret, cami, medrese, kervansaray, çarşı yaptırmış, türbeye bektaşi fukarasından Kıdemli Dedeyi memur etmiştir. Sandukanın çevresinde hatlı yazılar ve Kur’an’ lar vardır. Baş ve ayakucunda altın yaldızlı adan boyu şamdanlar, çevresinde yüzlerce değerli kandil, buhurdan bulunur. Dergahta 150 kadar Bektaşi dervişi vardır. Nakkaş-zade Defterdar Derviş Çelebi’nin kardeşi Mustafa Çelebi’nin şehir içindeki türbesi de ziyaret yeridir. 1571 de ölmüş, buraya gömülmüş, kardeşi Derviş Çelebi kabrinin yanında bir cami yaptırmıştır. Mustafa Çelebi, Nakşibendi tarikatının ulularındandı ve Şeyh Bayram Acemi Hazretleri’nin halifesiydi.Şimdi kabri camii avlusundadır.
Sarı Saktuk Türbesi’ni görmediğim için hakkında bir şey yazamadım. Bu konudaki düşüncelerimi ziyaret ettikten sonraya bıraktım.

Kaynak:
Osmanlı Tarihi- Yılmaz Öztuna

………………………………..


Romanya’da Türkler ve Tatarlar memleketin güneydoğusunda bulunan Dobruca Bölgesi ‘nde yaşamaktadırlar. Onların bu topraklara yerleşmelerini folklorcu Mehmet Ali Ekrem, Bülbül Sesi Derlemesi’nde şöyle anlatır: “Türklerin kitle halinde yaşadıkları Dobruca Bölgesi tarih boyunca hakiki bir kavimler geçidine sahne olmuştur. Bu eyalet Anadolu’dan Rumeliye geçerek bu bölgeyekadaruzanan Türk- Oğuz unsuru ile Karadeniz’in kuzey batısından gelerek güneye doğru sarkan Peçenek, Kıpçak ( Kuman) Nogay ve Kırım (Tatar) gibi diğer Türk kavimlerinin buluştuğu , kaynaştığı yerdir. “
Göçerken, halk edebiyatlarını da getirmişler , korumuşlar ve yeni eserlerle zenginleştirmişlerdir.

Kaynak :
Birinci Uluslar arası Kıbrıs veBalkanlar Türk Edebiyatı Sempozyumu Gazimağusa-KKTC 3-6 MART 1998-



SARI SALTUK’UN BİLİNEN BAZI KERAMETLERİ NELERDİR?

Hacı Bektaş bir gün çile hanesinden çıktı; Zemzem Pınarı kenarında bir çoban gördü.
- Adın ne?
- Sarı Saltuk.
- Durma imdi seni Rum’a saldık.
Ona bir yay, yedi ok verdi; dahi bir ağaç kılınç kuşattı ve bir seccade verdi; dahi Ulu Abdal’ı, Kiçi Abdal’ı yoldaş koştu. Saltuk Padişah, hünkar ululuğundan ayrıldıktan sonra Sinop’un üstünde Kara Deniz kenarında Harmankaya’ya vardı. Seccadesini deniz yüzüne saldı; Sağına Ulu Abdal’ı , soluna Kiçi Abdal’ı aldı. Seccade doğru Gürcistan’dan yana gitti. Gürcistan’ın Göreleş adlı padişahı ava çıkmıştı. Dervişler kenara gelip çıktılar; seccadeyi omuzlarına aldılar. Gürcistan kralı el öpüp bunları sarayına götürdü. Onlar Müslüman oldula, bunlar yie deniz kenarına gelip seccadeye bindiler, Rumeli yanına gittiler ve Kaligra Kalesine vardılar. Saltuk kaleye çıktı, ol kalede yedi başlı bir ejderha vardı, yedi ok ile yedi başını vurdu. Ejderha kuyruğu ile Saru’yu sardı ... Tahta kılıcı vurdu ejderhayı öldürdü. Susamıştı eli ile toprağı kazup bir değirmen döndürecek su çıkarttı. Bunu gören halk Müslüman oldu; nice yıllardan sonra Hünkar hazretlerini ziyarete geldi, amma essah budur ki Sarı Saltuk Çelebiler zamanında Hünkar asitanesine geldi; ne kadar fıkara (fukara) varsa Aksaray yolundan onu istikbal ettiler, Sarı Saltuk’a öküz kestiler. Sarı Saltuk ölünce yedi tabuta kodular.
Saltuknameye göre,Sarı Saltuk aynı zamanda bir destan kahramanıdır. Olağanüstü güçleri olduğuna inanılır. Çok uzakta aleyhinde söylenen sözleri işitebilmekte, oturduğu yerden bir kılıç darbesiyle bir başka diyardaki düşmanını öldürebilmekte, göz açıp kapayıncaya kadar bir ülkeden bir ülkeden gidebilmektedir. Kimse Saltuk’u öldürememektedir. Ok atarlar batmaz,kılıç vururlar kesmez, büyü yaparlar tesir etmez, Suya atarlar boğulmaz, ateşe atarlar yanmaz. Cinler, melekler yardımcısıdır.Hatta cinlerden biri ile ahiret kardeşi olmuştur. Düşmanları, kafirler, zalimler, cadılar, devler, canavarlar ve kötü cinlerdir.
Hacim Sultan Velayetnamesi’nde ; Sarı saltuğun Vasiyeti üzerine kırk tabut hazrılandığı ve bütün tabutlarda bedeninin görüldüğü anlatılmaktadır. Dobruca kralı kırk tabutu da kontrol etmiştir. Bunlardan birindeki cesedin elinin kıpırdadığını görmüş, Sarı Saltuk’un gerçek bedeninin bu tabutta olduğuna inanmıştır.


Kaynak:
Hacı Bektaş Vilayetnamesi ( büyük)
Anadolu ve Balkanlarda Sarı Saltuk – Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın


SARI SALTUK TÜRBESİNİN BULUNUŞU

Sarı Saltuk’un türbesi rüya sonucu bulunmuştur.Rüyayı gören Osmanlı padişahı Sultan II. Bayezit’ tir. Evliya Çelebi’ye göre, Bayezid-i Veli, Kili ve Akkirman seferi sırasında Babadağ’a gelir. Babadağ halkı Sultan Bayezit’e burada Sarı Saltuk adına bir türbe bulunduğunu ancak sonradan çöplüğe dönüştürüldüğünü ve zamanla türbenin kaybolduğunu anlatır. Sultan Bayezit ile veziri Kara Şemseddin çöplüğe varıp orada seccade sererek namaz kılarlar. Gece de istihareyenyatarlar. Sultan Beyazit rüyasında sarışın, sakallı, yeşil sarıklı bir vaziyette Sarı Saltuk’u görür. Beyazit’e höş geldin diyerek müjdeli bir haber verir. Savaşa girmeden Kili ve Akkirman’ ı alacağını söyler. Sonrada beni bu çöplükten kurtar der. Ertesi gün Sultan, vezirinden gördüğü rüyayı bir kağıda yazmasını ister. Kendisi de rüyasını yazar, iki rüyayı da şeyhülislama gönderir. Rüyalar aynıdır. Bunu gören şeyhülislam cevaben “ Padişahım oraya büyük bir asitane yaptırsın ….” Der. Böylece Sultan Bayezit çöplüğü temizletir. Kazılar neticesinde “ haza kabri Saltuk Bay Syyid Mehmed Gazi” yazılı mermer bir sanduka çıkar. Sultan sandukanın üstüne kubbeli bir türbe inşs ettirir. Ardından han, medrese, kervansaray, çarşı ve imarethane yaptırır.
Sultan Bayezit ve veziri İstanbul’ a doğru yola çıkacakları gece rüyalarında tekrar Sarı Saltuk’u görürler. Sarı Saltuk ikisine de “ Üzerimdeki kurşunlu kubbeyi kaldırın, tahta kubbe yapın” der. Sabah düşlerini birbirlerine anlatırlar ve taş kubbeyi kaldırarak göklere yükselen tahta bir kubbe yaptırırlar.


Kaynak :
İslam Ansiklopedisi- İst. 1966 c. X SF.. 222
Türk Halk Kültürü Araştırmaları -1998- Kültür Bakanlığı Yayınları- 2000-

SONUÇ

Eğer kültür, maddi ve manevi bir kısım şartların bütünü ve bu şartlar da her hangi bir toplumda, o toplumu meydana getiren çocuk- genç- ihtiyar hayatın her basamağında ve gelişmenin her safhasında fertlere lazım olan her şey ise meseleye daha derin bakmak gerekir.
Türkün sanat şaheserlerini incelediğimiz zaman estetik değerlerinin başında din duygusunun geldiğini görürüz. Bu İslamiyet’ten önce de İslamiyet devrinde de böyledir. Bu dinlilik,bu ululuk yalnız tapacaklarla ve tapınaklarla ilintili olan eserlerde değil ev eşyasına varıncaya kadar bütün el işlerinde vardır. Bunun nedeni Türkün varlık felsefesidir.Türkün gözünde varlık yasalara bağlıdır.Her şeyin sonu Allah’a varır. Onun için Türk sanat eserleri hep ululuğu , sonsuzluğu anlatır. İslam, bizim içimizdeydi ve o bize hiçbir zaman yabancı olmadı.
Asıl adı Şerif Hızır Sarı Saltuk’un Saltuk adını alışı bir geleneğe dayanmaktadır. Bu gelenek, kişinin gösterdiği kahramanlık sonucu ad almasıdır. Dede Korkut Kitabı'nda örneklerini gördüğümüz ad alma, ad verme olaylarının benzerleri Saltuk-nâme'de de yer almaktadır. Bu kahraman, Müslüman Türk gencine Saltuk adını, savaşta yendiği Alyon adlı bir düşmanı vermiştir. Müslüman olan Alyon'un adını da Saltuk, İlyas olarak değiştirir . Bu ad verme olayı dışında eserde geçen diğer ad verme olayları Saltuk'a yenilerek Müslüman olan kişilere Saltuk tarafından bir Türk adı verilmesi ile ilgilidir. Bu durum da gösteriyor ki din insan yaşantısının her alanında rol üstlenmiştir.
Sarı Saltuk Sultan konusunu araştırırken duygulandığımı itiraf etmek istiyorum. Tarihe dokunduğumu düşündüm. Ecdadımızın uzaklardan gelen sesini işittim. Sanki; ipek yumuşaklığında, gül kokulu bir esinti vardı. Savurdu, götürdü beni. Sarı Saltuk ‘la geçmişte yolculuk yaparken herkesçe görülemeyen bir kapının aralığından geleceğe ışık sızdırmaya devam ettiğini hissetmemek mümkün değildi. Ve insanın, aslını bilmesi ve yaşaması her şeyin başıdır.
Allah’ın böyle iç donanımlı, yüksek karakterleri insanlığa göndermesi, takılıp yollarda kalma, şaşkınlığa düşüp zayi olma durumunda bulunan biz insanlara bir ikramıdır. Allah Onlardan razı olsun.

Kaynaklar:

1.Türklerde Yazı Sanatı- İsmail Hakkı Baltacıoğlu- Kültür Bakanlığı Yayınları- 1993- Ank.
2.Avrupa’da Türk İzleri -I – Altan Araslı- Kültür Bakanlığı Yayınları 2001-
3.Balkanlar’da Kültürel İletişim ve Türk Mimarisi Uluslar arası Sempozyumu CİLT 1
4.Evliya Çelebi Seyahatnamesi
5.Türkistan’dan Anadolu’ya Alpler-Erenler–Erdoğan Aslıyüce-Yesevi Yayıncılık-2002-
6. Türk Halk Kültürü Araştırmaları- 1998-Kültür Bakanlığı Yayınları-2000-
7. Avrupa’da Osmanlı Mimarisi Eserleri -1981-82-
8. Balkanlarda Türk Kültürünün Dünü Bugünü Yarını- Hasan Basri Öçalan
9. Türkler ve Balkanlar –Halil İnalcık- İst. 1993
10. Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu- Prof. Fuad Köprülü – TTK- Ank. 1959

 
 
  Bugün 47 ziyaretçi (63 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol