Beni belki de bu geniş coğrafya üzerinde etkileyen Filibe Şehrindeki Filibe Hüdavendigar Camii olmuştur. Caminin tarihine şöyle bir baktığınızda sizi 530 yıllık tarihi geçmişiyle karşılamaktadır. Filibe Şehri`nden biraz uzaklaşıp, Şumlu Şehrine doğru uzandığımızda bu şehre yakın Praslav adlı bir yerleşim birimine doğru gidersiniz. Kiril alfabesinin ilk icat edildiği yerde olan bu eski bir yerleşim alanıyla karşılaşırsınız. İlk Bulgar Krallığının da kurulduğu yerde olan bu yerleşim alanının tarihine şöylece bir baktığımızda; bağımsız olarak Bulgar Hanlığının burada oluşturduğu kültür yaklaşık bir yüzyıl ve bununla gurur duyuluyor. Filibe Hüdavendigar Camii ve külliyesi ise 530 yıllık bir medeniyetin ürünü. Etkilenmemek elde değil. Şu bir gerçek ki, Osmanlı karşı karşıya kaldığı her kültürden bir şeyler almış, onu yorumlayarak, geliştirerek yeniden üretmiş ve karşılaştığı her uygarlığa da çok şeyler katmıştır.
Osmanlı Medeniyeti`nde, her kültürden bir şeyler vardır. Onun için hiç bir bünyeye uyumsuzluk göstermez. Öte yandan fıtri, doğal adaleti, güzel olanı seçme becerisi göstermek süreri ile de insanlığın doğasına yabancı gelmeyen bir karakter ortaya koymuştur. Balkanlarda Osmanlı Medeniyeti etkisini, sadece mimaride değil, müzikte, mutfakta, günlük yaşamda, kılık kıyafette de görmek mümkündü. Bu özellikleri ile farklı inanış ve etnik, kültürel topluluklar Osmanlı`dan etkilenmekten öte, bu medeniyetin öteki çevrelere yayılmasında taşıyıcılık görevi yapmışlardır. Mesela bu gün hala Yunanistan`da Rembetiko dinlenir. Osmanlı milletler topluluğu içinde yaşamış dini topluluklar ilahilerinde Osmanlı musikisinin formlarını kullanır. Bu benzerlik sadece ses benzerliği değil güfte ve tema olarak da büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Özellikle Allah`ı öven ve ona yakarış dile getiren dini metinler, başka dillerde de başka mabetlerde de aynen okunmuştur. Osmanlı, dini akaid ve prensiplerine bağlı oluşuyla, kültürün paylaşıcı unsuru olmuştur. Başka dinlere karşı her zaman adaletle davranmış, onların kimlik, inanç ve kültür miraslarına karşı yasakçı olmamıştır.
Balkanlarda aradan geçen bunca zamana ve Osmanlı izlerini yakın geçmişte silmeye çalışan fanatiklerin ilgisizliklerine, hatta olumsuz baskılarına rağmen bu gün hala bu eserlerden bir çoğu ayaktadır, Ve bu gelenek de şimdilik sürdürülmeye çalışılmaktadır. Bu gün Balkan coğrafyası üzerindeki o eski şehirlerin sokaklarında dolaşırken kendinizi Anadolu’nun herhangi bir mahallesinde hissedebilirsiniz.
Tarihin bir cilvesi, Balkanlar Türk Kültürü için ilginçlikleri içermektedir. Balkanlara ilk göç Sultan II. Murad zamanında başlamıştı. Tersine göç ise 1800’lü yıllardan sonra başlar. Acı ve yıkım dolu yılların devamında yine göç geriye başlamıştır. Bu gün artık Türkiye’den buralara iş adamları, küçük meraklı guruplar ve bazı akademisyenler gelmektedir. Geçiler sonucu, bir hoş hatıra, bir makale yazma imkanı sağlayacak malzeme ve de hizmetler götürmenin gönül rahatlığı içerisinde dönülmektedir.
Artık buralara hizmet götürme dönemi bir olgunluk sürecine girmiştir. Sahiplenmenin ve kimlik bilincinin sağlıklı bir şekilde yerleştirilmesi için yeni alanlara doğru gayretler göstermeliyiz. Ayakta kalan kültür mirasının envanterinin bir an önce çıkarılması gerekmektedir. Türlerde dahil olmak üzere, bölge halklarının dini ve ırkı özellikleri üzere, sosyolojik ve antropoloji çalışmalarına hız verilmelidir. Türkiye tarafından bu medeniyet mirasının bir kültür atlasının ortaya çıkarılması zamanı gelmiştir.
Şu gerçeğin de burada altını çizmekte fayda var. Bugün Türkiye’de, Arnavutluk’ta yaşayan Arnavut’tan daha çok Arnavut var. Bosna’da yaşayan Boşnaklardan daha çok Boşnak yaşıyor. Hala Marmara havzası Balkan halklarının ortak başkenti gibidir. Bugün önümüzde tarihi bir fırsat vardır. Türkiy, barışçı politikaları ile, ekonomik, kültürel ve sosyal anlamda hem Balkan Coğrafyası’nda, hem de Kafkasya ve ön Asya’daki kültür mirasına sahip çıkarak, bu bölgede yaşayan halklarla tarihten gelen birlikteliklerinden de yola çıkarak önemli bir kültür havzasının buluşma noktası olacaktır. Önemli olan bu buluşma noktasının Türk Kültürünün kontrolünde olmasıdır. Türkiye üzerinde başka milletlerin enstitü ve araştırma merkezlerinde değil. Bu konuda hızlı ve planlı alt yapının oluşturulması gerekmektedir. Veri bankaları ile bu coğrafyalar üzerinde yetkin yetişmiş genç beyinlere acil ihtiyaç vardır. Tarihi geçmiş, dini ve kültürel ortaklık bizim uluslar arası arenada en büyük avantajımızdır. Bu avantajımızı yitirmeden artık ileriyi görmeli ve elimizi bu taşın altına koymalıyız.
Osmanlı, İpek Yolu üzerinden Hint ve Çin uygarlığı ile yakın ve sıcak bir ilişki kurmuştu. Bütün yollar Roma’ya çıkar mı bilinmez ama, o dönemde bütün uygarlık ırmakları Osmanlı Medeniyeti okyanusuna akmaktaydı. Osmanlı medyaydı. Yine güçlü bir devlet olan İran, Kafkas halkları ve Rusya, Avrupa, Afrika, mısır ve Arap kültürü, Yunan Grek-Helen, Rum hepsi bu havzanın kültür iklimini zenginleştirirken; zaten bu topraklar Hz. Adem’den beri meskun olan Hz. Nuh’un, Hz.İbrahim’in yaşadığı bir coğrafyaydı. Dinler burada doğmuş ve dünyaya buradan yayılmıştı. Anadolu bu özelliği ile kavimler kapısı, insanlığın ortak vatanı olmak gibi bir özelliğe sahiptir.
Osmanlı üç kıta’ (Asya, Avrupa ve Afrika) nın kesiştiği bir noktada en güçlü medeniyet olarak ortaya çıktı. Balkanlar bu zenginliğin sergilendiği adeta bir vitrin gibiydi. Çünkü batıya karşı güç gösterisi ve ihtişamın vitrini olarak Balkanlar her zaman bir serhad coğrafyası olarak Osmanlılar için özel bir anlam ve önem taşımıştır.