Başlıklar |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bulgaristan'daki Türk varlığı Hunlar'ın 5. yüzyılda Doğu Avrupa'da kurduğu hakimiyetle başlar. Atilla'nın ölümünden sonra yerine geçen oğlu İrnekiin kurduğu Bulgar Konfederasyonu batıda Tuna'ya kadar uzanıyordu.
Bulgar Türkleri, Baskakov'un "Batı Hunca" adını verdiği ve bu gün Çuvaşlarla temsil edilen bir lehçe konuşuyorlardı. Proto-Bulgarlar Doğu Avrupa ve Balkanlar'ın ilk Türk sakinleridir. İdil Bulgar Türkleri'nin kurduğu bu hakimiyet Avar, Hazar ve Tuna Bulgar Türkleri ile devam etmiştir.
Müslüman Türkler'in Bulgaristan'da görünmeleri 14. yüzyıla rastlamaktadır. 1385'te Sofya'nın Osmanlı hakimiyetine girmesiyle Bulgaristan, Türkler'in eline geçmiş ve böylece 500 yıl süren bir Türk idaresi dönemi başlamıştır. Osmanlı Devleti zamanında Konyar, Türkmen, Yörük ve Tatar Türk toplulukları bu bölgeye iskan edilmiş; ayrıca 16. yüzyıl başlarında Celali isyanları sırasında bazı Türk grupları Bulgaristan'a göçmüştür.
Bulgaristan, Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'da ilk büyük toprak kaybına uğradığı 1877 -1878 Osmanlı-Rus Harbi'nden sonra imzalanan Berlin Anlaşmasıyla kurulmuştur. İlk muhtar Bulgaristan Prensliği, Tuna Vilayeti'nin Vidin, Rusçuk, Sofya, Tırnova ve Varna sancakları üzerinde tesis edilmiştir.
Ardından Filibe ve İslimiye sancakları üzerinde kurulan Doğu Rumeli Vilayeti ve 1912- 1913 Balkan Harbi'nden sonra Batı Trakya ve Rodoplar bölgesinde 9 Türk ilçesi Bulgaristan Prensliği'ne dahil edilmiştir. Son olarak bir Türk bölgesi olan Güney Dobruca toprakları da 1940'ta Romanya'dan alınıp Bulgaristan'a verilmiş; böylece Bulgaristan ilk kuruluşundaki topraklarının iki katını epeyce aşan bir yayılmayı gerçekleştirmiştir.
Bulgaristan'ın nüfusunun 3.206.500 olduğu 1876-1885 yıllarında Türkler 1.801.000 nüfusla bu ülkenin %57'sini teşkil etmekteydi. 1878 yılında büyük Bulgaristan Devleti'nin kurulmak istendiği bölgede ise 2.500.000 Bulgar'a karşılık 4.000.000 Bulgar olmayan nüfus vardı ve bunların yaklaşık 3.000.000'u Türk'tü. Osmanlı-Rus Harbi sırasında ve Bulgar komitacılarının zulmüyle 350.000 Türk ölmüş; 600.000 civarında Türk de Anadolu'ya göç etmek zorunda kalmıştır. Bunlara rağmen Türk nüfusu artışını sürdürmüştür. Zira Bulgarların doğurganlık oranı %0.9, Türklerin ki ise %0.32'dir. Bunu fark eden Bulgarlar, katliamlarla ve göçlerle yok edemedikleri Türk nüfusunu, inkar ve asimile ile yok etmeye çalışmışlardır.
Bütün bu çabalara rağmen bugün Bulgaristan'da 750.000-2.000.000 arasında Türk'ün yaşadığı tahmin edilmektedir.
Bulgaristan'daki sayıları 700.000-800.000 olarak tahmin edilen ve bir kısmı Türkiye'nin Trakya bölgesinde ve Yunanistan'da yaşayan Pomaklar da 12.-13. yüzyıllarda Makedonya'da baskı görmüşler, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında, 1912-1913 Balkan Savaşı sırasında ve 1941-1945 katliamlarının yaşandığı dönemlerde Bulgar zulmüne direnmişler, 1923'ten sonra ve 1974-1984 yılları arasında Hıristiyan olmayı kabul etmedikleri için defalarca katliama uğramışlardır. Ancak Pomaklar her seferinde dimdik ayakta kalmayı başarmışlardır.
Pomakların, Peçenek ve Kıpçak Türkleri'nden geldikleri veya diğer Bulgaristan Türkleri gibi 11. 12. ve 13. yüzyıllarda çeşitli sebeplerle Anadolu'dan Balkanlar'a göçen Türkmen ve Yörük Türkleri'nin torunları oldukları yolunda görüşler bulunmaktadır. Pomakların Bulgarca'ya yakın Pomakça adıyla anılan bir dil konuşmaları; Konyar adı verilen Türkmenler'in veya Kıpçak ve Peçenek Türkleri'nin Slav etkisiyle Hıristiyanlığı; 1350'li yıllarda ise Osmanlı fütuhatıyla gelen Müslüman Türkler'in etkisiyle yeniden veya ilk defa Müslümanlığı kabul etmeleriyle açıklanmaktadır. Pomaklar farklı bir dil konuşmalarına rağmen dinleri, kültürleri ve yaşadıkları çevre itibarıyla Balkanlar'daki Türk varlığının bir parçasıdırlar. 1870-1876 yılları arasında patlak veren ilk Bulgar isyanında Osmanlı Devleti'nden yana tavır koyan Pomaklar, diğer Türkler gibi, Bulgar yönetimince cezalandırıldılar, hatta ilk isim değiştirme uygulamasına maruz kaldılar. Pomak Türkleri diğer Müslüman Türkler gibi Rodop bölgesinde yaşamaktadırlar.
Pomaklarla ilgili olarak tartışılan bir konu da 19. yüzyılda kullanılmaya başlayan Pomak adıdır. Bu kelimeyi ilk olarak A.Boue, 1839'da Balkanlar'a yaptığı bir geziyi anlatırken Selvi ve Lofça havalisinde bazı köy ve kasabalarda Pomakların oturduğundan ve bu bölgeye Pomak Nahiyesi denildiğinden bahisle anmıştır.
F. Kanitz, Pomak adını Slavca'da "yardım etmek" anlamına gelen Pomoçi fiilinden türemiş Pomaçi "yardımcı" şeklinde açıklamaktadır. Ancak bu açıklama Bulgar bilim adamlarınca bile kabul edilmemiştir.
Jireçek Ischirkoff ve diğer bazı Bulgar bilginleri, Pomaklar'ın kendilerine "Acherjan" veya "Agaryan" dediklerini ifade etmekte ve bu kelimeyi bazı Bulgarca kelimelere bağlamaya çalışmaktadırlar. Türk bilgini A.Cevat Eren ise bu kelimeyi Ahi sözüyle ilgili görmektedir.
Bulgaristan, kurulduğu günden beri varlığını Türkler'i Balkanlar'dan uzaklaştırmaya adamış ve son 100 yıl, Bulgaristan'da yaşayan Türkler için toplu katliam ve göçlerle geçmiştir. Bulgar yönetimleri, Türk nüfusa reva gördükleri uygulamalarla sadece milletlerarası hukuk kurallarını ihlal etmemiş, yürürlükte bulunan Bulgar anayasasını da çiğnemiştir.
Bulgaristan'da 1879, 1947 ve 197l'de üç ayrı anayasa uygulanmıştır. Bu üç anayasada da azınlık hakları teminat altına alınmıştır. En son yürürlükte bulunan Dimitrov Anayasası 1971'de halk oylaması ile kabul edilmiştir. Bu anayasanın 35. maddesinin I. bendinde "Bütün vatandaşların kanun önünde eşit olduğu", II. bendinde "Haklarda; milliyet, din, köken, cins, ırk, öğretim, sosyal ve maddi durum ayrımına dayanan hiç bir imtiyaz veya kısıtlamaya meydan verilmeyeceği ifade edilmektedir. Yine aynı maddenin IV. bendinde ise, "Irk, milliyet veya din mensubiyeti yüzünden insana karşı nefret telkin edilmesi veya insanın aşağılanması yasaktır ve cezalandırılır." denilmektedir.
Bütün bu açık anayasa hükümlerine rağmen 1944'te komünistler iktidara gelince Türk okulları kapatılmıştır. Yeni ideolojinin yerleştirilmesi amacıyla 1945'te "Yeni Işık", 1947'de "Halk Gençliği", 1949'da "Eylülcü Çocuk" gazeteleri çıkmaya başlamıştır. 1948 yılında ise Türkiye'de kullanılan Latin alfabesinin alınmasına resmi izin verilmiş ve Razgrat (Eskizagra), Sofya ve Kırcaali'de ilköğretmen okulları, Rusçuk'ta Türk Kız Lisesi, Şumnu Öğretmen Enstitüsü'nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Sofya Üniversitesi'nde ise Türk Filolojisi Bölümü açılmıştır. 1959/1960 Öğretim yılında Türk okullarının hepsi kapatılıp Türk çocukları Bulgar okullarında okumaya mecbur edilmiştir. 1961 yılında Müslüman adı taşıyan ve Türkçe konuşan Çingeneler'e Bulgar adı verilmiş ve ilk isim değiştirme uygulamaları böylece başlamıştır. Önce çocuk yuvaları ve yatılı okullarda Türkçe konuşmak yasaklanmış; 1971'den itibaren diğer okullardaki Türkçe dersleri azaltılmış ve 1974'te Türkçe bütün okullardan kaldırılmıştır. Arkasından aile içinde bile Türkçe konuşmak şiddetle cezalandırılmıştır. Gelenek ve göreneklerin, sünnetin, dini inanç ve adetlerin yasaklanmasının ardından isim değiştirme zorbalığı gelmiş; baskı, zulüm ve sürgünler 1989'da başlayan göç akınına sebep olmuştur.
Göç dalgası bir anda 300.000'lere fırlamış; kısa bir süre sonra da geriye dönüş hareketi başlamıştır. Geriye dönen soydaşların büyük çoğunluğu emeklilik ve sağlık haklarını kaybetmemek, geride bıraktıkları malların yağmalanmasını önlemek, Türkiye'de iş ve ev bulamamak, çocuklarını ve aile fertlerini Bulgaristan'dan getirememek gibi sebeplerle geriye dönmek zorunda kaldıklarını ifade etmişlerdir. Zulüm payidar olmamış, 1980'li yılların sonunda diğer demirperde ülkelerindeki diktatörler gibi, Bulgaristan Devlet Başkanı Jivkov da alaşağı edilmiştir. 1990 seçimlerinde Türkler, Ahmet Doğan'ın liderliğindeki "Haklar ve Özgürlükler Hareketi" ile 23 milletvekilliği kazanmayı başarmışlardır. Şimdi, Bulgaristan Türkleri haklarının iadesi ve insanca bir hayat yaşamak için saflarını daha da sıklaştırmaktadır. Ancak geçmişte olduğu gibi bu gün de Türklerin kazandığı mesafeyi geri alacak uygulamalar başlatılmakta gecikilmemiştir.
Türkler, Bulgaristan'da vasat bir hayat sürdürmektedirler. Güney Bulgaristan'daki Türkler tarım alanında, Kuzey Bulgaristan'dakiler sanayi işletmelerinde çalışmaktadır. Komünist Partisi yönetimindeki Bulgaristan'da Türkler askerliklerini işçi asker olarak yapmakta, ellerine silah dahi verilmemekteydi. Yüksek öğrenim hakkı, Komünist Partisi'ne üye Bulgarlar'ın isteğine uygun olan vatandaşlara ait bir haktı. Bu ülkede Türkler; sanatkar, işçi, şoför, müstahdem veya çoban olarak çalışabilirdi. Bir Türk'ün üst seviyede bürokrat, orduda komutan, fabrikada yönetici olması mümkün değildi.
Bulgaristan'daki Türk kimliğinin en önemli unsuru olan Türk dili, ilmi araştırmalara konu olmakta, Sofya Üniversitesi'nde yabancı dil olarak öğrenilmekte ve Türk okullarında ana dili olarak okutulmaktadır.
Balkan Türk ağızlarının incelenmesi 1906- 1907 yıllarında I.Kunoş ile başlamış, Polonyalı Türkolog T.Kowalski'nin çalışmaları ile devam etmiştir. Bulgaristan'daki Türk ağızlarının ilk Bulgar araştırıcısı ise Dimıtır Gadjanov (Gacanov)'dur. Daha sonra Mefkure Mollova Bulgaristan Türk ağızları üzerinde önemli çalışmalar yapmıştır. Türkiye'de yapılan mukayeseli çalışmalar Balkanlar'daki (Rumeli) Türk ağızları ile Anadolu ağızları arasında fonetik bakımdan çok önemli denkliklerin bulunduğunu ortaya koymuştur.
Mefkure Mollova, Balkanlarda konuşulan Türk ağızlarını iki bölümde ele almaktadır:
I) Ka ağızları: Ön seste süreksiz sert k ünsüzünün kullanıldığı ağızlar.
II) Ga ağızları: Ön seste süreksiz yumuşak g ünsüzünün kullanıldığı ağızlar.
Emil Boev, Bulgaristan'daki Türk ağızlarının bütünüyle incelenmemesine rağmen üç bölümde ele alınabileceğini ifade etmektedir;
I) Batı Balkan ağızları
II) Miziya ve Trakya ağızları
III) Doğu Rodop, Gerlovo ve Tuzluk ağızları
Bu üç bölümün dışında Orta Rodop ve Yörük ağızları Balkan Türk ağızları arasında ayrı bir yer tutmaktadır. Bulgaristan Türk ağızları üzerinde çalışan diğer araştırmacılar, Gy.Nemeth, J.Eckmann, S.Kakuk, V.G.Guzev, G.Hazai'dir.
1906 yılından beri Türk dili Sofya Üniversitesi'nde yabancı dil olarak okutulmaktadır. Ayrıca Türkçe Ders Kitabı, Türk Dili Ses Bilgisi, Bulgarca-Türkçe Tematik Sözlük, Türk Edebiyatı Tarihi, Eski Türk Edebiyatı Metinleri adlı kitaplar ders kitabı olarak hazırlanmıştır.
Eski Bulgar anayasasının 45. maddesinin 7 .bendine göre, Bulgar dilinin öğrenilmesi mecburidir. Ancak azınlıkların kendi dillerini öğrenme hakları da vardır. Ana dili olarak Türkçe'nin öğretilmesi konusunda 70'li-80'li yıllarda yaşanan duraklama, 1990'da baş gösteren okulların boykot edilmesiyle 1992/1993 öğretim yılından itibaren sona ermiş, ilk ve orta okullara 4 saat Türkçe dersi konulmuş, Türkler'in yaşadığı bölgelerde Türkçe eğitim veren İmam-Hatip liseleri ve İslam Enstitüsü açılmıştır.
Bugünkü Bulgaristan'da Türk dili öğretiminin 114 yıllık bir geçmişi vardır. Ayrıca Bulgar Devleti'nin mevcut anayasasına ve imzaladığı milletler arası anlaşmalara göre Türkçe'nin bir azınlık dili olarak okutulması kanuni bir yükümlülüktür.
Bulgaristan'da her dönemde Türkçe neşriyat yapılmıştır. Bu yayınlarda önceleri Arap alfabesi kullanılırken Türkiye'deki 1928 harf inkılabından sonra gazete, takvim ve kitapların kimi Arap, kimi Latin harfleri ile basılmıştır.
Bulgaristan Türkleri'nde geleneğe bağlı folklor, halk tiyatrosu, Karagöz gibi anonim eserlerle ve Tekke Edebiyatı etkileriyle gelişen bir edebi zenginlik görülmektedir. Bulgaristan Türkleri'nin diğer Balkan Türkleri ve Türkiye Türkleri ile ortak bir kökten gelen ve her bakımdan büyük benzerlikler gösteren atasözü, deyim, bilmece, mani, ninni, türkü, fıkra, efsane ve masalları bu gün de bütün canlılığı ile devam etmektedir. Şiirin ana teması köy hayatı ve geleneğe dayalı toplum yapısıdır. Hikaye ve şiire göre roman türü daha az gelişmiştir. 1984'te Türkçe yayın yasağıyla yavaşlayan edebi hareketler, son gelişmelerle yeniden canlanmaktadır. Bu gün Bulgaristan'da Hak ve Özgürlük gazetesi çık makta ve Sofya radyosunda günde 15 dakika Türkçe yayın yapılmaktadır.
Krallık döneminde Bulgaristan'da Türkçe 13 dergi, 67 gazete yayınlanmaktaydı. Komünist idarede Türkçe 1 dergi, 3 gazete çıkmıştır. En son "Yeni Işık" gazetesi Ocak 1985 tarihinde kapatılmıştır.
20. yüzyılın başlarından 1945'e kadar Bulgaristan'da 112 Türkçe dergi ve gazete yayınlanmıştır. Bulgaristan uzun yıllar Türk hakimiyeti altında yaşadığından, bu topraklarda Türk dilinin ve Edebiyatı'nın çok köklü bir geçmişi vardır. Divan Edebiyatı'nın pek çok üstadı Bulgaristan topraklarında doğmuş veya eserlerini bu bölgede vermiştir. 20. yüzyıl Bulgaristan Türk Edebiyatı'ndan Süleyman Sırrı, Osman Nuri Peremeci, Hafız Abdullah Meçik ve Mehmet Masum gibi pek çok isim sayılabilir. Bunlardan bazıları Türkiye'ye göçmüş, ancak Türkiye'de verdikleri eserlerde de Bulgaristan Türklüğü'nü ve acılarını anlatmışlardır. Şiir, roman, hikaye, piyes gibi türlerde verilen eserler yanında, dünya klasiklerinden de pek çok tercümeler yapılmıştır. Ali Haydar Taner'in Bulgaristan'da ve Türkiye'de 30'dan fazla eseri yayınlanmıştır. Mehmet Behçet Perim ise tiyatro ve şiir türünde 15 civarında eser vermiştir.
1944'te Bulgaristan'ın sosyalist olmasından sonra bu ideolojiye ters düşen bazı yazar ve şairler Türkiye'ye göç etmiştir. 1944'ten 1969'a kadar "Umut Edebiyatı" adı ile bir dönem yaşanmıştır. Sade bir dille ve tabii bir üslupla yazdığı şiirlerini "Yeni Günün Şarkıları" ve "Alın Terim" adlı kitaplarda toplayan Mehmet Müzekka Con (1885-1974), Bulgaristan'da çıkan bütün dergi ve gazetelerde şiirleri yayınlanan ve eserleri Nedyalko Yordanov tarafından "Yürüyelim benim sadık dostlarım" adıyla Bulgarca'ya da çevrilen Recep Küpçü (1934-1976), daha sonra Türkiye'ye göçen ve Bulgaristan Türkleri ile ilgili pek çok yazısı yayınlanan Mehmet Çavuş, Ali Osman Ayrantak ve Ahmet Şerif bu dönemin sanatçılarındandır.
Umut Edebiyatı sanatçıları sansür ve baskıya rağmen dil asimilasyonuna karşı çıkmışlar ve sembollerle çaresizlik ve isyan duygularını anlatmışlardır.
1969'dan sonra Komünist Partisi, Türkçe konuşmayı, yazmayı ve eser yayınlamayı yasakladı. Bu ön hazırlığın ardından 1984 yılı Aralık ayından 1985 yılı Ocak ayma kadar süren isim değiştirme ve Türk varlığını inkar politikaları başladı. Bu politikalar pek çok Bulgaristan Türkü gibi Sabahattin Bayram, Nevzat Mehmet, Duran Hasan, Ömer Osman ve daha pek çok yazar ve şair Türkiye'ye göçtü.
Türkiye'ye göçen ve Bulgaristan'da kalan Bulgaristan Türkü yazar ve şairler, konusunu Türklük duygusundan, yakın dönemde çekilen sıkıntı ve acılardan veya insani duygulardan alan eserler vermekte ve bunları Türkiye'de çıkan "Balkanlar'da Türk Kültürü", "Balkan Türkleri'nin Sesi" gibi dergilerle Bulgaristan'da çıkan "Hak ve Özgürlük" gazetesinde yayınlamaktadırlar. Ahmet Şerif Şerefli'nin Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanan Türk Doğduk Türk Öldük eseri gibi bazı eserler kitap halinde Türkiye'de basılmıştır.
Bulgaristan Türk Edebiyatı'nda ilk soneyi ve serbest tarzda destan yazan, şiirlerinden bir kısmı Bulgarca, Rusça, Lehçe, Makedonca ve Ukraynca'ya da çevrilen Şaban Kalkan, Türkiye'ye sığınmış, sevgi ve Deliorman konulu şiirler yazmış ve "Kardaş Edebiyatlar" dergisi başta olmak üzere dergi ve gazetelerde Bulgaristan Türk Edebiyatı'nı tanıtan yazılar yazmıştır.
Muharrem Tahsin, gazeteci, hikaye ve roman yazarıdır. İlk hikaye kitabı "Ayak Sesleri" (1964)'dir. Biz Bize adıyla bir deneme kitabı da bulunmaktadır. Eserlerinde köy ve kent gerçeklerini, köyden şehre göçü, azınlık kompleksini ve kadın haklarını işlemiştir.
"Ali Kadirof-Eserleri" (1965) adıyla hikayeleri yayınlanan Ali Kadir ve hikaye, röportaj, edebi ve siyasi yazılar yazan Kemal Pınarcı Bulgaristan Türk Edebiyatı'nda nesrin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Şiir, hikaye, masal, hicviye türünde eserleri de olan ancak Türk Edebiyatı Tarihi üzerinde yaptığı tenkitler ve ilmi çalışmaları ile tanınan Rıza Mollaoğlu (1920-1986) ile şairliği ve hikayeciliği yanında Sabahattin Ali'nin hayatı ve sanatı konusunda hazırladığı tezi ve dil edebiyat konularındaki çalışmaları ile Bulgaristan'daki ilk Türk asıllı profesör olan İbrahim Tatarlı edebiyat tarihçiliği konusunda çığır açtılar.
Alintidir...
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 164 ziyaretçi (238 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|
|