hürbalkan internet dergisi
  Sanat Eserlerinde Rodop Müslümanlarının Dramı
 

 
 
 
 

Sanat Eserlerinde Rodop Müslümanlarının Dramı (Anılar, Anlatılar, Edebî Eserlerden Satırlar) Prof. Dr. Hayriye Süleymanoğlu YenisoyRodop Dağları, Bulgaristan ve Yunanistan topraklarının bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu coğrafî bölge Doğu Rodoplar ve Batı Rodoplar olarak ikiye ayrılır. Daha büyük yerleşim yerleri: Kırcaali, Madan (Osmanlılar zamanında-belgelerde=Madanköy), Smolyan (1934’e kadar=Paşmaklı), Velingrat (1948’e kadar: Çepine, Lıjene/Ilıcalar ve Kamenitsa), Peştere. Daha küçük kentler: İvaylovgrat (1934’e kadar=Ortaköy), Krumovgrat (1934’e kadar=Koşukavak), Momçilgrat (1934’e kadar=Mestanlı), Cebel, Ardino (Eğridere), Zlatograt (1934’e kadar=Darıdere), Rudozem (1934’e kadar=Palas), Devin (1934’e kadar=Dövlen), Dospat, Batak, Çepelare (Çepelli), Lıki. Rodoplar Bu dağlık bölgede yoğun olarak Müslümanlar (Türkler ve Pomaklar) yaşamaktadır. 1880’lerin başında Rodoplar’ı da ziyaret eden ünlü tarihçi K. İreçek, etnik tabloyu görünce Kırcaali ve Arda nehri vadisi gibi arı (temiz) Osmanlı bölgesi başka yerde yoktur, diye yazılarında vurgulamıştır1. Osmanlılar döneminde buralarda Türk-İslâm kültürü gelişti. Zamanın eğitim merkezleri olan medreseler bölgenin kültürel kalkınmasında önemli rol oynadı. XIX. yüzyılda sadece Doğu Rodoplar’da 50’den fazla medrese vardı. Akpınar (Beli izvor), Paşmaklı (Smolyan), Çepinli (Çepintsi) medreseleri ise en meşhur eğitim ocaklarıydı. Rodop halkı huzur içinde yaşamaktaydı. Ancak XIX. yüzyılın ikinci yarısında huzurun yerini büyük felâketler aldı. Olanlar buradaki Müslüman halka da oldu. Birçok tarihî olaylar sanat eserlerine konu oldu. Çekilen çileler belleklerde derin izler bıraktı. Anıları, anlatıları ve sanat eserlerinden bazı sayfaları kaynak olarak seçtim ve gerçekleri sergilemeye çalıştım. Gelişen tarihî olayları takip edelim: 1876 BULGAR İSYANI A. Otlukköy Olayları. Bulgar İsyanı olarak tarihe geçen olaylar Güney Bulgaristan’ın Filibe ve (Tatar) Pazarcık bölgesinde patlak verdi ve Türk, Müslüman halka da derin yaralar açtı. Nisan Ayaklanması olarak da bilinen isyanın söz konusu bölgede patlak vermesi bir rastlantı değildi. Rusya’nın teşvikiyle Osmanlı Devleti sınırları dışında hazırlanan bu isyanın Bulgar halkı tarafından desteklenmediği bir gerçektir. Sadece Filibe bölgesinde gerçekleşti, çünkü Filibe İstanbul’a yakındı ve Rusya’nın İstanbul Büyükelçisi Graf İgnatiev’in etkisi burada güçlüydü. Filibe’de Viskonsolü görevinde bulunan Bulgar Nayden Gerov, bu bölgenin Avratalan (Koprivştitsa) köyünde doğmuş, Rusya’da (Odesa’da) eğitim görmüş, Rusya uyruklu biriydi. Otlukköy’ün de isyanın bir merkezi olarak seçilmiş olması bir rastlantı değildi-Nayden Gerov’un doğduğu bölgeydi ve buralarda kendisini destekleyenler bulunabilirdi. İsyancıların lideri Georgi Benkovski de Avratalan (Koprivştitsa) doğumluydu. İsyanın önderlerinden biri olan ve daha sonraları Bulgaristan Ulusal Meclisi Başkanı görevine kadar yükselen Zahari Stoyanov, Doksanüç Harbinden birkaç yıl sonra yayımladığı “Bulgar İsyanları Üzerine Notlar” adlı eserinde isyan hakkında gerçekleri açıklamış ve sadece Türk köylerini değil, Bulgar köylerini de kendilerinin yaktıklarını, birçok masum Türkü, nasıl vahşice öldürdüklerini itiraf etmiştir. Yukarıda da belirtildiği üzre, (Tatar) Pazarcık şehrine bağlı Otlukköy (Panagürişte), ayaklanmanın merkezlerinden biri olduğundan, buradaki olaylar bütün şiddetiyle çok çabuk gelişir. Z. Stoyanov’un eserinden şu satırları okuyalım: “Sükünetin koruyucuları veya daha doğrusu, Sultan idaresinin temsilcileri, Hükümet Konağı önündeki kanepelere, güneşe karşı uzanmışlar, ayaklarını yukarı kaldırıp rahatça geriniyorlardı. Bay İvan’ın evindeki silâh sesleri dahi onları hâlen ürkütmemişti”. Ayaklanmanın liderleri Panayot Volov ve Georgi Benkovski isyancıları meydanda toplarlar ve burada bulunan beş-altı Türk öldürülür: “Öldürülen beş-altı Türkün cesetleri yere serilmişti. Cesetler, fırıncı çeteli gibi doğranmış ve biçimsizleştirilmişti. Çünkü her gelen, bıçağını kanlamak için artık çoktan soğumuş cesetlere acımasızca saplıyordu. Birçokları da parmağını kana batırıp yalıyordu. Böyle bir hareketin şarapla ekmek yeme ayini yerine geçeceği anlamı vardı. P. H. S. sadece yalamakla tatmin olmadı ve cesedin üzerine eğilerek yaraların üzerinde birikmiş kandan bir avuç aldı ve şerbet gibi içti”. Yazar, manzarayı bu biçimde açıklayarak isyancıların son derece iğrenç hareketinin Türklere beslenen kinin, nefretin bir ifadesi olduğunu ve her öldürülen Türk, Bulgarlar’da büyük sevinç duyguları yarattığını vurguluyor… Ayaklanmanın lideri G. Benkovski ve yardımcısı Z. Stoyanov, köylüleri zoraki isyana teşvik etmek için Bulgar köylerinden Smolsko, Kamenitsa ve Rakovo’nun yakılmalarını uygun görüyorlar. Z. Stoyanov şöyle anlatıyor: “Petriç’ten gitmeden önce sadece Benkovski ve ben (Bulgar köyleri olan-H. S. Y.) Smolsko, Kamenitsa ve Rakovo köylerini gizlice yakarak köylüleri isyana mecbur ettik”. Bulgar köylüleri, köylerini Türkler ve Çerkezler tarafından yakıldığını sanarak, bunlara karşı nefretleri de artar. Bunun için köyleri alevler içinde bırakılmış Bulgarlar, isyancı çetelere bir kurtarıcı gözüyle bakmaya, isyancılara yardım etmeye başlarlar: “Smolsko’dan olanlar, gözyaşlarıyla bize köylerinin nasıl yandığını anlattılar. Onlara göre, köyleri canavar Çerkezler tarafından yakılmıştır. Biz, Smolsko yönünden geldiğimiz ve Çerkezlerden kendimizi kurtarabildiğimiz için alkışlanıyorduk. Smolsko, Kamenitsa’dan olan isyancılar ise bizi görünce sevindiler. Çünkü bizim burada bulunmamızla köylerini daha iyi koruyabileceklerini sanıyorlardı. Zavallılar! Onlar, bizim en korkunç katiller olduğumuzu bilmiyorlardı”. İsyanın başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra isyancılar, çete başı G. Benkovski’yi öldürmek isterler: “Akşama doğru çeteciler arasında, halka her türlü yardım ve başarı vaad ederek onları isyana teşvik eden voyvoda Benkovski’yi ve arkadaşlarını, Otlukköylü birkaç isyancının öldürmek istedikleri söylentileri ortaya yayıldı”. Olayların böyle cereyanından sonra isyancılar çarpışmak istemez ve: “İsyanına da, çarlığına da, voyvodasına da lânet olsun!” derler. İsyancılar gizlenmek için dağlara çıkar. Voyvoda G. Benkovski, alevler içindeki köyleri işaret ederek: “Amacıma ulaştım artık! Zalimin (Türk Devletinin-H. S. Y.) kalbinde öylesine bir yara açtım ki, bu yara hiçbir zaman kapanmayacak! Rusya’ya gelince-emretsin, yeter!... dedi ve gidip bir kayın ağacının altına oturdu”. Kocabalkan’da sefil bir durumda dolaşan isyancılar, hayal kırıklığına tamamen uğramış ve bu kişileri teselli edecek herhangi bir tatlı söz söyleyecek bulunamamıştı: “Allahım, O (Benkovski-H. S. Y.), nasıl tavsiyelerde bulunabilirdi ki, nasıl bir umut olabilirdi? Artık yalanlar da bitmişti”. Çetenin voyvodası G. Benkovski ile gitmek isteyen isyancılar: “-Voyvoda! Papaz dede! Bizi bu ıssız, güneş görmeyen ve rutubetli yerde bırakıp gitmeyin! Köylerimizi yaktırmak için bizi aldattınız şimdi de bizden kaçıyorsunuz!.. arkamızdan ümitsizlik, çaresizlik içinde acı acı bağırıyorlardı”. Millî karakteri olmayan ve dışarıdan hazırlanan bu ayaklanmayı gerçekleştirenlerin ardında Rusya’nın bulunduğunu Bulgar halkı çok iyi biliyor: “Üç sığırtmaçtan en yaşlısı, kuzey yönünü parmakla işaret ederek: Sizin bu işinizin arkasında büyük “Ayı” Rusya duruyor galiba ve sizlere onun adamları desem yanılmam”, dedi1. 1877/78 OSMANLI-RUS HARBİ 1876 Bulgar İsyanında yaşanan acı olayların onulmaz yaralarına bir yıl sonra, 1877/78 Osmanlı-Rus (Doksanüç) Savaşının büyük felâketi de eklenince, neden Filibe ve (Tatar) Pazarcık bölgesinden göç edenlerin sayısının pek çok olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bu savaş bir fırsat bilinerek masum Türklerden, Müslümanlardan 1876 yılı isyanının intikamı vahşi bir biçimde alınmıştır. Eski Zağra’dan sonra ilerlemekte olan dehşet saçan Kazaklar ve öteki Rus askerî birlikleri katliamları sürdürmüşlerdir. Filibe ile Pazarcık arasındaki Kırçma (Kriçim) vadisinde canavarlıklar geniş boyutlara ulaşmış, Türk köylerinin, Türk evlerinin yağmalanması, yakılması olayları Türk halkını panik içinde göç yollarına düşürmüştür. Söz konusu vadide Rus askerleri ve Bulgarlar tarafından onbinlerce Türkün öldürüldüğü, Türk köylerinin yakılıp yerle bir edildiği ve sadece Pazarcık’ta 938 evin, caminin ve okulların tahrip edildiği bildirilmektedir4. Köylerini, kasabalarını terk edenler İstanbul yolunu tutmuş ve göç yollarında soğuktan, açlıktan can vermişlerdir. Bir Alman demiryolu memuru, Pazarcık’ın güneyindeki tepelerde soğuktan donan 400 kişilik göçmen kafilesinin içinde hayatta kalabilmiş küçük bir kız çocuğunu cesetler arasında bulmuş ve kurtarmıştır5. Kırçma (Kriçim) arazisinin kuzeybatısında Aydınköy (İsperihovo)-Yeniköy (Novo selo) yolunun yakınında bulunan tepeler arasındaki alçakta katledilen Türklerin kanları dere gibi akmış ve bu yer günümüzde de Kanlıdere olarak bilinmektedir. Onbinlerce Türk de Rodoplar’a, Müslüman kardeşleri yanına sığınmıştır. Canını kurtarmak için çırpınan Türkler ahırlarındaki hayvanlarını da unutmamışlardır. Bölgedeki yaşlı Bulgarlardan edinilen bilgilere göre, Türkler evlerini terk ederken, ahırlardaki hayvanları açlıktan ölmesin diye, bunları korulara, kırlara salıvermişlerdir. Hasköy ve Mustafa Paşa bölgesi halkı da Rus askerlerinin canavarlıklarına maruz kalmış, birçok köy yerle bir olmuştur. Gelişen olaylar, Türklerin, Müslümanların direnişine sebep olmuş, geçici Rus idaresine boyun eğilmediği gibi, Rodoplar’ın Doğu Rumeli’ye bağlanması da kesinlikle kabul edilmemiştir. Böylece 1886 Türkiye-Bulgaristan Antlaşmasıyla Kırcaali ve Rupçaz (Rupçoz) bölgleri Osmanlı Devleti sınırları içinde kalabilmiştir. Rodoplar’ı terennüm ederken, Eğridereli şair İzzet Dinç (1890-1965) Rus askerlerine karşı koyan direnişçilerin kahramanlıklarını da şiirlerinden birinde şöyle dile getirmektedir: “Kırcali’nin ovası… Hayran etti herkesi O aslanlar yuvası… Türkleri çakmaklı Millî müthiş bir ordu, Bir tarafı Paşmaklı Kurtarmıştı o yurdu. Başkanları Salima (ğa) Canavardı İsmail… Olmuşlardı Ruslara O tüfeklerle hail…”6 BALKAN SAVAŞLARI (1912-1913) Türklerin, Müslümanların(pomaklar) üzerindeki etkisi bakımından Balkan Savaşları, Doksanüç (1877/78) Harbinde görülenlere çok benzer etkiler yaratmıştır. Her iki savaşta da öldürme, ırza geçme ve soygunlar Türklerle diğer Müslümanları(Pomaklar) evlerinden-barklarından söküp atmış, Osmanlı Devletinin elinde kalabilmiş topraklara sürmüştür. Öte yandan, Doksanüç Harbiyle 1912/13 Balkan Savaşları arasında farklılıklar da vardır. Doksanüç Harbi sadece Rusya’nın güdümünde yapılmıştı: Türkleri göç etmeye zorlayacak planları bunlar yürürlüğe koymuşlardı. Balkan Savaşlarında ise, savaşan birkaç devlet vardı. Zafer kazanan her birisi de zaptettiği topraklarda Türklerin, Müslümanarın varlığının son bulmasını istemekteydi. Savaşlara katılan her Balkan ülkesi, Türk-Müslüman halkı kendisinin zaptettiği ülkeden ötekinin ülkesine sürüyor, hatta oraya sürülenlerin oradan da gerisin geriye sürüldükleri oluyordu. Bunun Müslümanlar üzerindeki etkisi nasıl nitelenirse nitelensin, şurası kesindir ki Doksanüç Harbinden daha kötü oldu. İçlerinde baş gösteren ölüm telefatı, 1878’de görüldüğünden daha yüksekti7. Önceki tarihî devirlerde ortaya çıkan haydutluk, çetecilik, daha sonraları da komitacılık harekâtı, yeni tarihî koşullarda da yeni adlar ve yeni biçimleriyle Türklere, Müslümanlara yönelik ırza geçme, yol kesme, öldürme gibi eylemler devam etmiştir. Belirli dönemlerde ve özellikle Balkan Savaşlarını izleyen yıllarda geniş boyutlara ulaşan böylesi olaylar türlü varyantlarıyla destan, efsane, menkıbe, ağıt gibi Türk folklor türlerinde ifadesini bulmuştur. Birkaç varyantta bilinen bir ağıtta al duvaklı bir gelinin başına gelenler şu dizelerde canlandırılmıştır: Aldılar beni ana Kına gecemde Götürdüler beni ana Ulu balkana, ulu balkana Sordular bana ana Kimin kızısın Ben gene dedim ana Ali (H)ocanın küçük kızıyım. …………………………………………… Kayın yaprakları ana Döşeyim oldu Kayın kökleri ana Yatsıyım oldu Komita kebesi ana Yorganım oldu ……………………………………………………….8 Balkan Savaşlarını Doksanüç Harbinden farklandıran bir özellik daha vardır-Müslümanları zorla Hristiyan yapma, isimlerini değiştirme emellerinin insanlık dışı yöntemlerle gerçekleştirilmesi. S. Selvi, bunu şöyle dile getirmiştir “Balkanlar deyince, aklıma rahmetli anacığımın gözyaşları gelir hep… Babamın çatık kaşları… Teyzemin nasıl dağa kaldırıldığı gelir… Kızarım, köpürürüm kendi kendime… Dolarım, dolarım da boşalamam… Balkanlar deyince… Drama’nın Âlî köyünün ahalisinin papazlar tarafından camiye nasıl kapatıldığı, nasıl din değiştirilmeye zorlandığı, “Muhammed’den ayrılın!” emirleri gelir gözümün önüne… Balkanlar deyince… Bu, zorla din değiştirme operasyonunda, papazların vaftiz suyunu, nasıl Âlî Müslümanlarının üzerine serptikleri, nasıl isimlerinin değiştirildiği ve “Artık Hristiyan oldunuz!” sözleri gelir…

 
  Bugün 45 ziyaretçi (47 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol