hürbalkan internet dergisi
  Kırlangıç yuvası
 

 
Gülser CANAY
 
Soldan sağa: Eblâcin Hasan,
Cevriye Seyfulla, Sacit Cabar, Reşat
Saib ve Nihat Apselâm
( Resim: Gülser Canay)
Bulgaristan'da bir Tatar köyü olarak bilinen Çıfut Kuyusu (Yov-kovo), Dobruca düzlüğünün he-men Romanya sınırında yeşillik içerisinde bir köydür. 1989 yılında Türkiye'ye göçten önce Belediye verilerine göre tam 987 kişi yaşı-yormuş. Fakat şimdi 350 kişi kal-mış. Aynı verilere göre okul ço-cuklarının sayısı da birinci sınıf-tan sekizinci sınıfa kadar 180'den 40 civarına inmiş. Bu doğrultuda iki ve yedi yaş arası, sayısı 17 o-lan ana okulu çocukları karma grup oluşturuyor. Orta sınıf ve lise öğrencileri her sabah Kardam (Arman Kuyusu) ve Gen. Toşevo (Kasım Köyü) kasabalarındaki okullara öğrenci otobüsleriyle gidiyorlar.

Verilerde ilginç bir olguda göze çarpmaktadır. Burada 350 kişilik nüfustan ancak 30'u Kırım Tatar kökenli. Diğerleri yıllar önce Kırcali ilçesinden bura-ya gelip yerleşen Türkler' dir. Tek tük Bulgar da var, ama onlar fark edilmiyor. Çünkü Kırım Türkçesini ana dili gibi konuşuyorlar.

Yıllar önce hayat kaynayan Çıfut Kuyusu bugün sanki donup kalmış. Cansız sokaklar, bakımsız ve zamanın tahribatına maruz düşen sahipsiz evler, acı içeren karanlık avlular. Bu manzaraya da renk katan minaresi boş tarlada bekçi kulesine benzeyen bir cami. Bu görüntü göçmen kaderini yansıtan eski bir Kırım Tatar türküsünü hatırlatıyor.

…..”Molla Kadır vaz Aytar kitabın aşıpne kordunuz Kırım'dan o gadar kaşıp”….

Sessizliğe bürünen Çıfut Kuyusu dünyadan kop-muş gibi görünüyor. Çünkü oraya çok daha uzak olan Dobriç (Hacıoğlu Pazarcık) şehrinden günde tek bir otobüs var. Köy meydanında muhtarlığın iki katlı binası boy gösteriyor. Önü bahçelik olduğu gibi içerisi de yeşillikle donanan, pırıl pırıl olan bu bina halka hizmet veriyor. Hemen yan tarafında eksik olmayan minik pazarlar kuruluyor. Dışarıdan gelen sa-tıcılar özellikle emekli maaşlarının dağıtılacağı gün-leri kaçırmıyorlar.

Burada, yaşlıların arasında gençler seyrek görü-nür. Gençlerin bir çoğu Batı Avrupa ülkelerinin gur-bet yollarını tutmuş. Çünkü işsizlik ve parasızlık her-kesi kendi çaresini bulmaya teşvik ediyor. Köyde yal-nız 10-15 kişi kadrolu işçi olarak kalmış. Kalan kısım ancak hayvancılık ve tütüncülükle uğraşıp geçimini sağlayabiliyor. Bazıları yeteneklerine göre gelirlerini iyileştiriyorlar. Bunun iyi bir örneği Okuma evi sekre-teri Jülide Fahredin İbram. Toplam 4000 kitap fonu olan Okuma evi kütüphanesinin, yedi yaşından alt-mış beş yaşına kadar kırktan fazla okuru bulunmak-tadır. En yaşlısı altmış beş yaşındaki Kaniye Şevket Borakay. Doğal olarak çocuklar en çok kitap okuyan-lardan, özellikle birinci sınıf öğrencileri. Kış mevsi-minde kütüphaneyi en çok onlar dolduruyor. Yeni çı-kan kitaplar buraya devamlı ulaştırılıyor. Kütüphane-nin mevcut kitap fonu tek Bulgarca, başka dilde yok.

Jülide ye gelince, kitap sevgisini ihmal etmeden, boş zamanlarında dantel örüyor. Modellerinin de ço-ğunu Türkiye'de çıkan moda dergilerinden derlemiş. Jülide' nin ellerinden harika masa örtüleri, perdelikler yaratılmış. İşin de özü şu ki, Türkiye'de iyi Pazar bulmuşlar ve böylece kazancını biriktiren Jülide, kendisine güzel bir araba almış. Arabasıyla Rusçuk'ta oturan doktor ablasının ziyaretine gidiyor.

Julide Fahredin İbram okuma evinin
kütüphanesinde. (Resim: Gülser Canay)
Yaz aylarında Çıfut Kuyusu hareketleniyor. Türki-ye'den gelen giden çok oluyor. Çifte vatandaşlı emekliler, memleket havasına doya doya baharın geç günlerine kadar kendi evlerinde kalıyorlar ve sonra da güney kuşları gibi tekrar geri dönüyorlar. Toprakla uğraşmak alışkanlığıyla, bahçelerinde ça-balamakla boşta kalmıyorlar. Bu insanların genç yaşlarında folklor gösterileriyle, türkülerle, şınlarla dolu yaşantıları, onların elli yıllık hatıralarında de-ğerli yer almış. Bunca yıl sonra tekrar küçük bir grup halinde bir araya gelmek onlara heyecanlı dakikalar yaşattı. Sesleri ne kadar temiz, güçlü ve parlak oldu-ğu gibi, o kadar da gözlerinden ışık akar gibiydi. Ara sıra duraklama oluyor, bazı kelimeler sırasını kay-betmişçesine yeniden toparlanıyor.

Şınlara gelince, 1932 doğumlu Sacit Capar (Şen-söz) yakınıyor: “bahçede çalıştığım zaman aklım-dan su gibi akıyorlar, ama oturduğum zaman unutu-yorum”. Yine de ağzından dökülen şu güzel şınların oluşma sebebini önceden izah ediyor. Romanya'da Azaplar köyündeki (M.Ülküsal'ın doğum yeri) Tep-reç'e bir genç atıyla gelmiş ve atını sulamış. Kendisi de kapkaraymış. Üstelik o zamanlarda moda olan zagarşına diye siyah güzel kumaştan pantolon giy-miş, sadece dişleri beyazmış. Çeşme başında şaka-cı kızlar onunla alay etmişler;

Julide Fahredin İbram ve köyün muhtarı
Aliibram Hasan Sali muhtarlık makamında.
(Resim: Gülser Canay)
“maşalla akam baytalın(1) cortuşuna(2)
kundelikte kiygenin zagarşına.”

Erkekte şu cavabı vermiş:
“Baytalım bolursun astıma tüşsen,
Sende menday bolursun
Kunge pişsen.”

Çıfut Kuyusu'nda 1954 senesinde oluşan folklar grubunun yönetmeni 1930 doğumlu Eblacin Hasan Mustafa (Akgün'ün) anlattıklarına göre, turnelerle, şenliklerle,cinlerle çok coşkulu güler yaşanmış. Kendiside mandolin çalıyormuş. Altmış kişilik gru-bun gittiği şehirlerde ve bazı köylerde Kırım Tatarca yı herkes anlayamıyormuş. Repertuarı yavaş yavaş Türkçe ye çevirmişler ve 1965 yılına kadar faaliyet göstermişler.

Kadınlardan Cevriye Seyfulla, Müzeyyen Hüsnü, Ruziye Müniyip, Edibe Kadır gibilerinden bahsetme-den olmaz ve onların yanı sıra beni konuk edenler; Musibe Ali (Aksu), Zülbiye Ahmet ve Remziye Ah-met. Onları birleştiren türküler, şınlar ve güler yüzle-ri, ama her birinin de kendisine özgü bir değeri var. Müzeyyen Hüsnü'nün de şu şınlarını eklemek iste-rim;

“Bır terekte elli ayva birden pışmez,
eki kalp bir bolsa ayrı tuşmez
Ruziye Muniyip, bir “Tatar Sofra Duası” diye bilinen duayı aktarıyor;
“ Bereket bersin aşına,
devlet kuş konsun başına.
Bodene(3) diy corgalap(4)
Kadır Nebi şıksın karşına.
Aşsın taşsın bol bolsun,
Omurtkanın(5) nur bolsun,
Torunun bolsa ul bolsun,
cav kaytargan er bolsun”.
Mesela yetmiş beş yaşındaki Edibe anne kitap açıp dua okur, kurşun döküp insanların dertlerini hafifleştirir. Hatta bıçaklada tedavi uyguluyor. Ona gelen hastalara;”Allah'ım sen ber şifasını” der, bildiğini yapar.

Soldan sağa: Eblâcin Hasan,
Cevriye Sayfullah, Ruziye Müniyip
ve Mürvet Abdulmenam.
Resim:Gülser Cenay
Fakat şifanın başka bir boyutuna ulaşması da mümkünmüş. Söz konuşu Kırım Tatar masallarını hala unutmayan, kimsesiz yaşayan Ferat Apdulla, eskiden onun yanına zıpkın gibi çocukları bile masal dinlettirmeye getiriyorlarmış. Arzı ve Kamber masa-lını hevesle anlatırken, bu yetmiş üç yaşındaki ada-mın gözlerinde yıldızlar sanki parlıyordu. Bir sazın telleri gibi havada titreyen ahenkli sesi, efsanelerden uyarılan bir ozanı andırıyordu;

“ mejmen dağı dağmıdır
çevre yanı bağmıdır,
anda menim Kamber' im
ölü mıdır, savv mıdır.

Mejmen dagıdır o
Çevre yanı bagdır o,
Anda senin Kamber' in
Ölü dil, savvdır o…”

Mürvet Abdulmenam
Kırım'dan hediye
edilen kaftanı ile.
Resim: Gülser Canay
Ancak bu köyde Kırım Tatarlar' ın önde gelen baş ismi, 1914 doğumlu Mürvet Abdulmenan sayılır. Hat-ta bunu ifade edenler onun için şunu derler;”Mürvet akay bolsaydı, turupta oynar edi”.

Bu uzun boylu ihtiyar, hastalıkların bıraktığı izlere rağmen ayaklarının üzerinde duruyor. Kimseye muhtaç olmadan İstanbul Çıfut Kuyusu arasında mekik dokuyor. Tek başına işlerini halledebiliyor, üs-telik ziyaretine gelen misafirlerine kendi eliyle yaptı-ğı Türk kahvesi ikram ediyor.

Konuşurken güçlük çekiyor, ama onu iyi anlayan-lar yardımcı oluyor.

Sohbetimizde Kırım Tatarlar' ın önderlerinden de bahsediyor. Mesela N.Çelebi Cihan'ın ve ona ithaf edilen şiirleri de biliniyor. Mürvet Akay kendisi şah-sen Müstecip Hacı Fazıl Ülküsal'ı tanıyormuş. Çünkü aralarında kudalık da (dünürlük) varmış. Yani Mürvet akayın teyzesinin kızı Maniye, Müstecip Ül-küsal'ın ablasının oğlu Ahmet'le evliymiş. Zamanın-da, Müstecip bey her hafta sonu Hacıoğlu Pazarcık-tan Çıfut Kuyusu'na geliyormuş. Onun şehir merke-zindeki evini de biliyorlar ve Mürvet akayın anlattığı-na göre Müstecip bey evini 1929 senesinde yaptır-mış. Bu ev hala duruyor, boş bakımsız, fakat yeterin-ce sağlam yapılı ve gösterişli.şimdiki sahipleri İstan-bul'da oturuyorlar.

Doksan yaşına rağmen, Mürvet akayın hafızası birçok şeylerin kaydını yolluyor. Tıpkı derin bir kuyu gibi dibi görünmüyor. Müstecip Ülküsal' ın kardeşi Nevzat hakkında etkileyici izlenimler muhafaza et-miş. Halkın Tepreş geleneğinin devam etmesine mü-cadele verip zafer kazanan Nevzat'ın toplantıda bu konu ile ilgili söylediği atasözünü gururla belirtiyor; “Bileği kavi bir kışı cıga,bilgisi kavi bin kışı cıga”. Eskiden gelen bir Kırım Tatar türküsü bir kızın Ruslar tarafından kaçırılma hikayesini anlatıyor. Mürvet akay emin olduğu gibi kızın adı Emine diye iddia edi-yor ve ekliyor; “bu bir gerçek olaydır”. Bu türkünün başındaki sözleri de şöyle başlıyor;

“kurban bayramı gecesi
salıncaknı bastılar,
otuz kızın işinden
bir meni alıp kaştılar,
üş kün üş keşe
col cürüp Peterburg'ka
cettiler, cettiler.
Başımdaki poşumnu
Atkada cabul ettiler,
Belimdeki kuşagım
Atkada bavv ettiler,
Boynumdaki altınım
betime de tamga ettiler”…

Çıfut Kuyusu Camii.
Anlata anlata, Çıfut Kuyusu'nun adına erdik. Yo-rumlara göre, burada birçok derin pınarlar varmış ama şimdi dört tane kalmış. Sanki onlar da gereğin-ce köyün tarihi yaşantılarına katlanmışlar. Mürvet akayın kızı Gönül Hanımın Kerç' ten gelme. O za-manlarda Çıfut Kuyusu “Çıfutlar” diye bir soydan ve Bulgaristan'ın Kotel şehrinden oluşan dört beş ailenin yaşadığı küçük bir köymüş. Önce Mankaliya' da (Romanya) kalmışlar. Fakat yoksulluk beş karde-şi buralara getirmiş. Daha sonra “Çıfutlar” da, Bul-garlar da kalkmışlar oralardan. Çıfut Kuyusu' luların hepsi akraba oldukları için hep dışarıdan gelin alır-lar. Ve şuanda bile derinden gelen akraba bağlarını herkes bilir.



Müstecip Ülküsal'ın
Hacıoğlu Pazarcığı
şehrindeki
evinin ana girişi.
Resim: Gülser Canay

 
  Bugün 102 ziyaretçi (136 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol