hürbalkan internet dergisi
  BULGARİSTAN TÜRKLERİ
 
BULGARİSTAN TÜRKLERİ 
 
Kısa Bilgi
Nüfusları 1.200.000 olup bulundukları başlıca şehirler :Sofya, Şumnu, Kırcaali, Filibe, Dobruca, Varna, Rusçuk, Silistre, Plevne, Tınova, Sofya.
   
       Tarihçe
Güney Rusya bozkırlarından 7. yüzyılın başlarından itibaren çeşitli sebeplerle göç eden ve Balkan Yarımadasına gelen Bulgarlar, aslında Türk soyludurlar. Ancak yeni geldikleri bu bölgede zaman içinde Slav halkları tarafından asimile edilmişler, kültürel kimlik bakımından büyük çoğunluğu Slavlaşmıştır.15. yüzyıldan sonra Osmanlı Devleti Anadolu'dan Türk nüfusu getirerek bölgeye yerleştirmiştir. Buna rağmen genel nüfus içinde Türkler hep azınlıkta kalmışlardır.
 
       Nüfus
       Bulgaristan 1940'ta Türk nüfusun yoğun olduğu Dobruca'yı yeniden elde etmiş ve o günden sonra da sınırlarda değişiklik olmamıştır. Dobruca bölgesinde Türklerden başka Türk dili konuşan iki Türk azınlık daha bulunmaktadır.Bunlar, sayıları 7 bin kadar olan Tatarlar ve Gagavuzlardır. Bulgarlar ülkedeki azınlıkları sürekli asimile etmeye çalışmış; 1984-1985 yıllarında ise Türkçe isimleri yasaklayarak göçe zorlamıştır. Türkler bu hadiseye tepki göstermiş; ancak, 1989 yılında 160.000 kadar Türk Türkiye'ye göç etmiştir. Sonraki yıllarda bu sayı 300 bine ulaşmıştır.1985 yılından sonra Bulgaristan'da kalan Türkler, bazı alanlarda Bulgar yurttaşların hak ve hürriyetlerine sahip olmuşlardır.1965 nüfus sayımı verilerine göre Türkler 850 bin'e yakın sayıları ile genel nüfusun % 10'unu oluşturmaktaydılar. 1985 sayımında ise Türk nüfus 1.600 bin civarına ulaşmıştı. Bu durumda Türkler, genel nüfusun % 15'ini teşkil ediyorlardı. Bu nüfus yoğunluklarıyla Bulgaristan'da Türk toplumu en kalabalık azınlık durumundaydı. 1989'dan sonra gerçekleşen göçler, bu sayıyı aşağı çekmiştir.Nüfusun büyük çoğunluğu çiftçilik ve hayvancılıkla geçimini sağlamaktadır.

       Göçler
       Balkan Türklüğü, 1940 tarihinden itibaren sürekli olarak Türkiye'ye göç vermiştir. 1944'e kadar 140 bin kişi, 1950-1951'de 155 bin kişi, l978 yılında ise 130 bin kişi Türkiye'ye gelmiştir. 1989 yılındaki göçmen sayısı ise 160 bin civarındadır. Bu göçlerden sonra Bulgaristan Türkleri kırsal alanlarda kalmışlardır.
 
       Siyasi Varlıkları
       1993'den sonra Bulgaristan'da Türklerin "Hak ve Özgürlükler Partisi" Bulgar Parlamentosu'nda yerini almış ve üçüncü siyasi güç olarak 15 milletvekili çıkarmıştır. Ülkede halen 27 Belediye başkanı, 653 köy muhtarı Türk'tür.Devlet dinî kurumları denetim altında tutmakta ve dini çalışmaları yönlendirmektedir.2001'de yapılan seçimlerde ise 30 milletvekili çıkararak Bulgaristan'da ciddî manada siyasî bir güç olmuştur.

       Eğitim
       Bulgaristan'da eğitim devlet denetimindedir. Ülkede konuşulan Türkçe, Türkiye Türkçesine oldukça yakındır . Türkçe ilk yıllarda azınlık okullarında öğretim dili olarak okutulurken daha sonra kaldırılmıştır (1960). 1939' da Türklerin yüzde 15'i okula giderken 1957' de bu oran yüzde 97'ye çıkmıştır. 1993'ten sonra ise yeniden Türkçe eğitim başlamıştır. Bulgar Millî Radyosu'nda Türkçe yayınlar başlamış, "Filiz Gazetesi" adlı Türkçe bir gazete yayına girmiştir.

BULGARİSTAN   
1989 yılından itibaren dışa açılma ve liberalizasyon sürecine giren Bulgaristan Cumhuriyeti 110910 km2'lik yüzölçümüne ve 1995 verilerine göre % 0,3 nüfus artışı oranıyla 8,4 milyon nüfusa sahiptir Nüfusun % 85'i Bulgar, % 8,5 Türk, % 2,6 Çingene, % 2,5 Makedon, % 0,3'ü Ermeni, % 0,2'si Rustur.
       Kuzey ve güneydoğu bölgeleri dağlık olan Bulgaristan'ın diğer bölgeleri ise ovalıktır 608 kmsi Romanya Cumhuriyeti, 494 kmsi Yunanistan Cumhuriyeti, 318 kmsi Yugoslavya Federal Cumhuriyeti, 240 kmsi Türkiye Cumhuriyeti ve 148 kmsi Makedonya Cumhuriyeti'yle olmak üzere 1808 km kara sınırına sahiptir Başlıca doğal kaynakları boksit, bakır, kurşun, çinko, kömür, kerestedir Arazinin % 34'ü ekilebilir alan (Devamlı ekilen alan %3-5 arasında değişmektedir), % 18 mera ve otlaklar, % 35'i ise ormanlık alandır.
       İdari açıdan 9 bölgeye ayrılan Bulgaristan, tek taraflı 240 üyeli Ulusal Meclise sahiptir 19 Nisan 1997 tarihinde yapılan erken seçimde halkın % 52,23 oyunu alan Birleşik Demokratik Güçler lideri İvan Kostov başkanlığında 21 Mayıs 1997'de kurulan hükümet görev yapmaktadır.240 sandalyeli Bulgaristan Parlamentosunda Ulusal Selamet İttifakı içinde yeralan Hak ve Özgürlük Hareketine mensup 15 Milletvekili ile Birleşik Demokratik Güçler içinde yeralan 1 milletvekili olmak üzere Türk azınlığından toplam 16 Milletvekili bulunmaktadır.
Ekonomik Durumu     
Belirtileri daha önceden ortaya çıkmakla birlikte 1997 yılı Bulgaristan için önlenemez bir kriz yılı olmuş ve Bulgaristan hiperenflasyon yaşamıştır Ocak 1997'de leva güç kaybederek, bir $ karşılığı 3270 Leva'ya kadar yükselmiş, seçim kararının alınmasıyla birlikte mart ayında $ leva paritesi 1588'ye kadar düşmüş, Şubat 1997 ayında yaşanan aylık %242,7 enflasyon oranından mart ayı enflasyonu %12,27'ye inmiştir.
       Bu aşamada, IMF krizin kontrol altına alınmasıyla ilgili destek vermiş, Dünya Bankası ve Avrupa Birliği'yle birlikte, ülkeyi seçime götürecek geçici Hükümetle anlaşmaya varılarak gerekli kredi ve yardım sağlanmıştır Kısa süre içerisinde Şubat 1997 ayında 400 milyon $' düşen döviz rezervleri Mayıs 1997 ayında 1,640 milyon $'a yükselmiştir. 21 Mayıs 1997 tarihinde yapılan seçimlerle birlikte Hükümet, İvan Kostov başbakanlığında, Demokratik Güçler Birliği tarafından kurulmuştur. Ciddi bir ekonomik krize sürüklenmiş Bulgaristan'da yıl içerisinde ekonomik dengeler yeniden kurulmaya başlamıştır IMF ve Dünya Bankasının önerisiyle 1 Temmuz 1997'de uygulamaya geçen Para Kurulu'yla birlikte bire bir sabit pariteyle bin Leva bir Alman Markına endekslenmiş ve yılın ilk üç ayında 1000 seviyesinde gerçekleşen enflasyon kontrol altına alınmış ve yıl sonunda % 578,6'lık bir enflasyon oranına ulaşılmıştır. Gayrı Safi Milli Hasıla'nın 6,3 olarak öngörülen 1997 bütçe açığı % 3,1 olarak gerçekleşmiştir Harcamalar kısıtlanmış, Katma Değer vergisi %18'den % 22'ye yükseltilmiş ve bütün ürünler için aynı rakam öngörülmüştür Vergi toplanması işlemine ağırlık verilmiştir. 1996 yılında %10,6 oranında düşen GSMH, 1997yılına da % 7,4 oranında düşme göstermiş ve 9,2 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir.
        Döviz rezervleri 1997 yılında 2,4 milyar dolara yükselerek aynı zamanda Bulgaristan'ın tarihindeki en yüksek rezerv miktarına da ulaşılmıştır. Bulgaristan ekonomisindeki bir başka sorun 9,7 milyar Dolar olan dış borçtur Dış borçların büyük çoğunluğunu yüksek faizli ticari krediler oluşturmaktadır Kısa vadeli borçların toplamı dış borç yükü içerisinde % 13'dür 1998 yılı için 1 ,2 milyar dolar dış borç ana para ve faiz ödemesi yapılması öngörülmüştür.1992 yılından buyana yapılan özelleştirme kapsamında Bulgaristan'daki işletmelerin % 20,5 özelleştirilmiştir Sanayi üretiminde özel sektörün payı % 30'lar seviyesindedir. Özel sektörün genel ekonomi içerisindeki payının üç yıl içerisinde % 70'i aşması beklenmektedir Hükümet önceliklerini özelleştirme ve yabancı yatırıma vermiş bulunmaktadır 1992 yılından buyana gelen yabancı sermaye 1,4 milyar Dolardır 1997 yılında 636 milyon dolar olmuştur 1997 yılı içerisinde ilk sırayı 262 milyon dolarlık yatırımla Federal Almanya almaktadır.
        Bulgaristan ekonomisi mali istikrarın sağlanması ile büyüme ikilemi arasında kalmıştır 1994 yılında % 1,8, 1995 yılında % 2,1 olarak gerçekleşen büyüme oranı 1996 yılında % -10,9 olmuş ve 1997 yılı büyüme oranı ise gene negatif olarak belirmiş ve % - 8' seviyesinde kalmıştır Hükümet 1998 yılı için % 4'lük büyüme beklentisindedir
Türkiye-Bulgaristan Dış Ticareti 1987 yılına kadar Bulgaristan ile olan ticari ilişkilerimizde ihracatımız, bazı yıllar artış göstermişse de ithalatımız genelde ihracatımızın üstünde gerçekleşmiştir.
        1987 - 1989 döneminde Türkiye lehine bakiye veren dış ticaret dengesi, Bulgaristan'da görülen dışa açılma ve liberalizasyon sürecine bağlı olarak iki ülke arasındaki ekonomik işbirliğinin gelişmesine yol açmış, 1990 yılından itibaren bu ülkeden yapılan yüksek ithalata paralel, dış ticaret dengesi bu defa Türkiye aleyhine gelişme göstermiştir
1990 yılında 42 milyon dolar olan iki ülke dış ticaret hacmi , 1991 yılında % 414'lük bir artış göstererek 216 milyon dolara ulaşmış, 1993 yılında ise 329 milyon dolar seviyesine gelinmiştir Ancak 1993 yılı içerisinde Türkiye'nin Bulgaristan'a ihracatı 862 milyon dolar iken, bu ülkeden ithalatı 2432 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir.
        1995 yılı değerlendirildiğinde ise, ihracatımızın bir önceki yıla göre yaklaşık % 37 oranında artış gösterdiği, buna karşılık ithalatımızın % 106 oranında arttığı gözlenmiştir Böylece 1990 yılından itibaren sürekli artan dış ticaretimizdeki bu açık, takip eden yıllarda da devam etmiş ve 1995 yılında en yüksek rakama ulaşmıştır.1996 yılında ülkemiz verilerine göre, Bulgaristan'a yönelik ihracatımız 152,9 bin dolar, ithalatımız ise 358 bin dolar olarak gerçekleşmiş, 511 bin dolarlık ticaret hacmine ulaşmıştır. 1997 yılında ise, gene ülkemiz verilerine göre, Bulgaristan'a yönelik ihracatımız 170,0 milyon dolar, ithalatımız ise 366,5 milyon dolar olmuştur Bu çerçevede ticaret hacmimiz 536,5 milyon dolar olarak gerçekleşmiş, 196,5 milyon dolarlık dış ticaret açığı verilmiştir.
Ülkemiz dış ticaret rakamlarıyla farklılıklar arz eden Bulgaristan Ulusal İstatistik Enstitüsü rakamlarına göre 1996 yılı sonu itibariyle Bulgaristan'dan Türkiye'ye yapılan ihracat toplam 368 milyon dolar olarak gerçekleşirken, Türkiye'den yapılan ithalat 91 milyon dolar olarak gerçekleşmiş, iki ülke ticaret hacmi 459 milyon dolara ulaşmıştır 1997 yılında ise, Bulgaristan ülkemizden 101,6 milyon dolarlık ithalat gerçekleştirmiş, karşılığında 442,3 milyon dolarlık ihracat yapmıştır.
       1997'de Bulgaristan'ın en çok ihracat yaptığı ülkeler arasında Türkiye 442,3 milyon dolarla 3 sırada yer almıştır ilk iki ülke 575,1 milyon dolarla İtalya, 468,1 milyon dolarla Almanya'dır Türkiye'ye ihracatı Bulgaristan'ın toplam ihracatının % 9'unu teşkil etmiştir
1997'de Bulgaristan'ın en çok ithalat yaptığı ülkeler arasında ise, Türkiye 10 sırada yer almıştır İlk dokuz ülke 1374,8 milyon dolarla Rusya, 563,2 milyon dolarla Almanya, 347,1 milyon dolarla İtalya, 206,4 milyon dolarla Yunanistan, 181,2 milyon dolarla ABD, 176,6 milyon dolarla Fransa, 126,9 milyon dolarla İngiltere, 118 milyon dolarla Avusturya'dır Türkiye'den ithalatı, Bulgaristan'ın toplam ithalatının %2,08'ini oluşturmuştur.
        Bulgaristan, 1997 yılında en çok ticaret fazlasını 340,7 milyon dolarla Türkiye'yle ticaretinden elde etmiştir bu hususta Türkiye'yi 228 milyon dolarla İtalya, 199,5 milyon dolarla Yunanistan, 104,1 milyon dolarla İspanya, 71,9 milyon dolarla Makedonya'yla ticaretten sağlanan fazlalar izlemektedir. Türkiye'yle ticaretten elde edilen fazlalık Bulgaristan'ın 1997'de toplam 28,1 milyon dolarlık fazlalığının 8,24 katını teşkil etmiştir.
        Türkiye'nin Dış Ticaretinde Bulgaristan'ın Yeri: 1995 yılı genel ihracat toplamı 216 milyar dolar olan Türkiye'nin ihracatında, ilk on ülke 134 milyar dolarlık ihracat ile % 62'lik bir paya sahip iken, 183 milyon dolarlık ihracat ile Bulgaristan, % 08'lik bir payla 24 sırada yer almaktadır.
         Buna karşılık, 1995 yılında 357 milyar dolar olarak gerçekleşen Türkiye'nin genel ithalatının 231 milyar dolarlık kısmı, ihracat sıralamasında ilk on sırayı alan ülkelerden gerçekleştirilmiş olup, genel ithalat sıralamasında 402 milyon dolarlık ithalatla 19 sırada yer alan Bulgaristan'ın bu sıralamadaki payı % 11 civarındadır. 1996 yılında Türkiye'nin 23,224 milyon dolarlık genel ihracatı içerisinde Bulgaristan'a ihracatımız 153 milyon dolar, 42,627 milyon dolarlık genel ithalatımız içinde ise Bulgaristan'a ithalatımız 358 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir.
         1997 yılında ise, 26,245 milyon dolarlık genel ihracatımız içinde, Bulgaristan'ın 170 milyon dolarlık ihracat, 48,585 milyon dolarlık ise ithalat payı bulunmaktadır. Türkiye ve Bulgaristan arasında var olan coğrafi yakınlık ve diğer olumlu etkileşimlerin, ticari ilişkilerin gelişmesinde iki tarafın lehine olacağı düşüncesini oluşturmakla birlikte, Türkiye Bulgaristan dış ticaret rakamlarına bakıldığında, karşılıklı olarak her iki ülkeyi de etkileyen çeşitli nedenlerden ötürü, ticari ilişkilerde istenilen seviyelere ulaşılamamıştır.
        Türkiye ve Bulgaristan arasında ithalat ve ihracata konu olan mal gruplarına bakıldığında, Türkiye Bulgaristan'dan ağırlıklı olarak petrokimya ürünleri, kimyasal madde, hububat ve demir çelik sektörlerinde hammadde ve yarı mamul ithal etmekte buna karşılık dokumacılık ürünleri, muhtelif gıda maddeleri, elektronik ekipman ve yedek parça gibi nihai ürün ihraç etmektedir Nitekim, görüşülen yetkililer Bulgaristan'ın ülkemizin bir hammadde temin eden ülke uzantısı olmasından endişe ettiklerini belirtmektedirler. Yabancı yatırımlar bakımından diğer Doğu Avrupa Ülkeleri kadar itibar görmeyen Bulgaristan'da , yabancı yatırımların ülkelere dağılımında Türkiye 1626 yatırımla birinci sırada yer almaktadır Ancak yapılan yatırımlar büyüklükleri itibariyle değerlendirildiğinde 17 sırada yer almaktadır.
        Diğer taraftan reformların başlamasından itibaren Bulgaristan'da yapılan yabancı yatırım tutarı 1997 yılı sonu itibariyle 1,2 milyar dolar olup, istatistiklere göre Türk yatırımcıları tarafından yapılan yatırım tutarı 14,7 milyon dolardır (3091998 tarihi itibariyle 34,5 milyon $)
        Bulgaristan iç pazarında satılan gıda, tekstil ürünleri, cam ürünleri ve temizlik maddelerinin büyük bir kısmının ülkeye bavul ticareti yoluyla sokulduğu bilinmekle birlikte kayıt dışı ticaretin boyutları konusunda istatistiki bilgi bulunmamaktadır Bu yolla ülkeye sokulan malların bir kısmının kalitesiz olması, ülkede Türk mallarına karşı olumsuz bir imaj doğmasına neden olmuş, ancak bu olumsuz etkileşim son yıllarda pazara giren büyük Türk firmalarının getirmiş oldukları ürünlerle kırılmaya çalışılmaktadır.Bulgaristan'da, Bulgaristan Ticaret ve Sanayi Odasına kayıtlı olan ancak verilerin eksikliği nedeniyle kendilerine tesbit amaçlı ulaşılması da oldukça zor olan 1378 civarında Türk sermayeli şirket mevcuttur Bu şirketler ağırlıklı olarak küçük ve orta ölçekli şirketlerdir Ancak, uzun ve zahmetli bir süreçten geçerek kurulan bu şirketlerin büyük bir bölümü göstergelik olarak kurulmuş olup, işlem hacimleri yoktur.
Bulgaristan'daki firmalarımızın sayısı bilinmemektedir. Bulgaristan Ticaret ve Sanayi Odası'na kayıt zorunluluğu bulunmadığından, kaynak olarak kayıtlarına asla ulaşılamayacak olan Yabancılar Polisi ve Vergi Daireleri kalmaktadır.Öte yandan, işlem hacimleri bilinememekle birlikte Ülker, Kent Şekerleme, Petposan Şirketler Grubu, Efes Pilsen, Global Menkul Değerler, Penta Dış Ticaret, Kelebek Mobilya,Beko, Eczacıbaşı gibi büyük gruplarımız da firma yada temsilcilik olarak Bulgaristan'da faaliyet göstermektedir.
       22-24101997 tarihleri arasında Sofya'da düzenlenen Bulgarian Investment Form'a ülkemizden katılan Alp Petrol Ürünleri İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd Şti, Alpler Turizm Sanayi Ticaret Ltd Şti, Altay Otomativ Gıda Tekstil Ltd Şti, Camiş Madencilik, Erser İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd Şti, , Hema Hidrolik makina Sanayi ve Ticaret AŞ, Işıklar Holding, Nicol AŞ, Nurol ve Zihni Holding'in Bulgaristan'da varlık gösterdikleri de bilinmektedir.
      Özelleştirme Ajansı ile bağlantıya girerek, Bulgaristan'daki büyük işletmelere talip olan firmalarımızın dışında, ülkedeki küçük ve orta ölçekli firmalardan bir kısmı da sermayeleri ve yapılanmaları itibariyle, Bulgaristan'daki küçük ve orta ölçekli işletmelerin yaklaşık % 80'ini elinde bulunduran belediyeler ile bağlantı kurarak, belediyeler bünyesinde özelleştirilecek olan, inşaat, turizm, tekstil ve gıda sektörüne yönelik işletmeler ile ilgilenmektedirler Bu firmaları yada yaptıkları yatırımları takip etme imkanı ancak duyumlarla veya yardım gereksinmeleri halinde Müşavirliğimize ya da Büyükelçiliğimze yaptıkları başvurularla tesbit edilebilmektedir.
      Bulgaristan'da teknoloji düzeyi ve kapasite kullanım oranı yüksek önemli sayıdaki işletmenin bugün özelleştirme kapsamına alınmış olması, teknik alanda eğitim görmüş çok sayıda kalifiye elemanın bulunması, düşük ücretler, Bulgaristan'ın az gelişmiş ancak gelişme potansiyeline sahip olan eski Sovyet Cumhuriyetleri, Doğu Avrupa Ülkeleri ve Orta Doğu'daki bazı pazarlarla var olan bağlantıları, ülkenin çözümlenmiş altyapısı ve enerji girdisinin nisbeten düşük oluşu gibi fırsatlar Bulgaristan'da gerek doğrudan ve gerekse de özelleştirme yoluyla yatırım yapmak için önemli fırsatlar niteliğindedir Bunun yanısıra ülkedeki ekonomik istikrarsızlık, ağır işleyen bürokrasi ve özelleştirme prosedürünün açılabilmesi için gerekli bazı destekleyici düzenlemelerin çıkarılamamış olması da yatırımcıların yatırım yapma kararını yeniden gözden geçirmelerine neden olan en önemli unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
       Bulgaristan piyasasının avantaj ve dezavantajları değerlendirildiğinde; Bulgaristan önümüzdeki birkaç yıl içerisinde önemli ataklar yapacak ülkeler arasında yeralmaktadır. Bu çerçevede, Bulgaristan'a yatırım yapmayı amaçlayan Türk yatırımcılarına, uygun finansal koşullarla Bulgaristan piyasasında kısa sürede önemli pozisyon elde edebilme imkanı sağlamasının gerek olduğu düşünülmektedir Avrupa Birliği'ne üyelik başvurusu olan, 1998 yılında CEFTA ülkeleriyle ticari ortaklık kurması beklenen Bulgaristan, İMF ve Dünya Bankası kaynaklı kredileri de yerinde değerlendirmekte, ve olumlu ekonomik göstergelere sahip bir ülke olma sürecine girmektedir. Bulgaristan'ın ticaret hacmi küçük olmakla birlikte, en önemli ticari partnerlerinin Avrupa Birliği üyeleri olduğu ve üye ülkelerin yetkililerinin ve Bulgaristan'ı ziyaret eden Komisyon yetkililerinin Bulgaristan'a yönelik olumlu ifadeleri dikkate alınırsa, ülkemizden Bulgaristan'a yapılacak yatırımlar Avrupa'nın da kapısını açacaktır.
       Ülkede sistem değişikliği öncesinde, ağırlıklı olarak eski COMECOM pazarı düşünülerek oluşturulan büyük ölçekli işletmeler, Bulgaristan'ın bu pazarı kaybetmesiyle birlikte , teknoloji ve sermaye yetersizliği gibi nedenlere de bağlı olarak atıl kalmış veya ancak % 30 - 40 lık kapasitelerde çalışmaya devam edebilmişlerdir. Ülkedeki enerji, işgücü gibi girdilerin Türkiye'ye kıyasla daha düşük maliyetli temini mümkün olup, Bulgaristan'daki Türk varlığı, doğrudan ulaşım ağı ve Ülkenin Avrupa Topluluğu üyeliğine giriş sürecinin başlamış olması gibi olumlu etkileşimler de düşünüldüğünde , atıl kalan işletmelerin satın alınması veya bu işletmelerde özellikle tekstil, makina imalatı, muhtelif gıda maddeleri gibi konularda ortak üretim veya fason üretim yaptırmak mümkündür.
       Diğer taraftan Bulgaristan'daki küçük ölçekli işletmelerin % 80'inin 28 belediyenin elinde bulunduğu ve daha çok hizmet, inşaat ulaşım ve turizm alanlarındaki bu işletmelerin özelleştirme yoluyla belediyelerden satın alınması da dikkate alınması gereken bir diğer husustur.Bulgaristan'da Dresdnerbank, Raiffeisenbank, İNG Bank gibi büyük bankaların faaliyette olduğu ve Nestle, Kraft Jakobs, Danone gibi dünya firmalarının özelleştirme kapsamında yatırım yapmaları da Bulgaristan'ın riskli yönlerinin yanı sıra yatırımcılar için avantajlı ve pazarda pay sahibi olabilme konusunda uzun vadeli planların yapılmasının gerekli olduğunun bir diğer kanıtlarıdır.
       Bulgaristan'ın sistem değişikliği öncesinde en büyük pazarının eski Doğu Bloku ülkeleri olduğu dikkate alındığında ise, Bulgar firmalarının bu ülkeler ile olan geleneksel ilişkileri ve kurulmuş olan iyi ilişkilerinin de Türk firmalarının bu ülkelere Bulgaristan üzerinden açılmalarında bir fırsat niteliğindedir
Bulgaristan pazarında gıda, ev ve ofis mobilyaları, tüketim malları gibi konularda Yunanistan , Almanya ve İtalya pazara hakim olup, Türkiye'nin ekonomik potansiyeli bu ülkeler ile pazarda rekabet etmeye yeterlidir Ancak yeni pazarlara ilk giren ülkeler olmaları sebebiyle , bu ülkeler yarışta avantajlı konum arzetmektedirler Bu avantajın bizim aleyhimize giderek büyümemesi için en kısa sürede resmi ve özel kuruluşlar olarak harekete geçilmesi gerekmektedir Zira, Bulgaristan hemen yanıbaşımızda , kaybedilmemesi gereken ve geniş potansiyeli olan bir ülkedir.
      Bu cümleden hareketle, Türk ihraç ürünlerinin tanıtımı, pazarlanması, butün bunların etkin bir şekilde yapılabilmesi için Ticaret Merkezi kurulması da gündem de tutulması gereken bir husustur Kurulacak Ticaret Merkezi tarihsel nedenlerle zaman zaman kırılamayan Türk mallarına yönelik olumsuzluk ile bavul ticaret yoluyla gelen bir kısım kalitesiz mal nedeniyle oluşan olumsuz Türk malı imajının da bertaraf edilmesini sağlayabilecektir Piyasanın tanınması, tüketicinin eğilimlerinin anlaşılması ve önceden tesbiti ile dağıtım, fiyatlandırma gibi kolaylıkları getirebilecek olan Ticaret Merkezi, para, zaman ve emek kaybını da önleyecektir.
      Bilindiği üzere, 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren Avrupa Birliği ile ülkemiz arasında Gümrük Birliği gerçekleştirilmiştir Bu anlaşma gereği ülkemiz, üçüncü ülkelerden yaptığı ithalatta, gümrük vergilerini AB ile aynı seviyeye çekmiş, tarifelerin Ortak Gümrük tarifesi düzeyine getirilmesi ile Bulgaristan da Türkiye'ye yönelik ihracatında önemli avantajlar sağlamıştır Öte yandan, Bulgaristan'ın AB'yle yaptığı anlaşma ile AB ülkelerinden birçok mal Bulgaristan'a düşük oranlı gümrük vergileriyle ithal edilirken Türkiye'den yapılan ithalat iki ülke arasında yapılması gereken Serbest Ticaret Anlaşmasının akdedilememesi sonucu yüksek gümrük vergileri nedeniyle zorlanmakta, hatta imkansız hale gelmektedir.
       Bu çerçevede, uzun bir aradan sonra 3-5 Eylül 1997'de Sofya'da başlayan Serbest Ticaret Anlaşması görüşmeleri, 26-28 Mayıs 1998 tarihinde Ankara'da, 17-19 Haziran 1998 tarihlerinde Sofya'da sürdürülmüş, iki tur görüşmenin ardından 19 Haziran 1998 tarihinde parafe edilmiştir 11 Temmuz 1998 tarihinde Devlet Bakanımız Sayın Işın Çelebi ve Ticaret ve Turizm Bakanı Sayın Valentin Vasilev tarafından imzalanmış olan olan Anlaşma 111999 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
       Bulgaristan'la ticari ilişkilerimizin geliştirilmesinde önemli olabilecek diğer bir husus ise, Bulgaristan'da kurulacak olan bir Türk Bankasının varlığıdır Bulgaristan'da herhangi bir Türk Bankası veya banka şubesinin mevcut olmaması, Türk işadamlarının Bulgaristan'a olan ilgisini ve rahat iş yapabilme kabiliyetini azaltan unsurların başında gelmektedir Bankacılık faaliyetlerinin olmaması ülkemizle ticaret yapan Bulgar işadamlarını da olumsuz etkilemektedir Bulgaristan'ın güvensiz ortamında yüklü peşin dövizle çalışmak zorunda kalan yada muhabir banka aracılığına başvuran firmalar bu olumsuz durumu sıklıkla dile getirmektedirler Bu durumun giderilmesine yönelik olarak, iki ülkenin Siyasi Otoritelerinin de gündemde tuttukları, Türk bankalarının Bulgaristan'a gelmeleri girişimleri hızlandırılmalıdır.
        Bu konuda Müşavirliğimize yapılan başvurular çerçevesinde bazı özel bankalarımıza Bulgar Bankacılık Mevzuatı ve gerekli yasal düzenlemeler intikal ettirilmekte olup, 11 Temmuz 1998 tarihinde Şubesinin açılışı, Başbakan Sayın Mesut Yılmaz tarafından yapılmış olan TC Ziraat Bankası'nın yanısıra, 1966 yılından bu yana temsilci bazında Bulgaristan Bankacılığıyla ilgilenmekte olan Demirbank da Bulgaristan Merkez Bankasına Banka açmak için 25 Haziran 1998 tarihinde başvurusunu yapmıştırKesin lisansına 12 mart 1999 tarihinde alan Demirbank-Bulgaria'nın açılışının da 22-23 Mart 1999 tarihlerinde Bulgaristan'a resmi ziyarette bulunacak olan Cumhurbaşkanımız tarafından gerçekleştirilmesi beklenmektedir.
       Ülkemizin Bulgaristan'la ticari ilişkilerinin geliştirilmesinde ele alınması gereken diğer bir husus da, Eximbank Kredileridir Bulgaristan, içinde bulunduğu ekonomik zorlukları aşma sürecindedir Gerek yabancı yatırımcılarca, gerekse IMF, Dünya Bankası gibi kurumların yetkililerince de değişik platformlarda ifade edildiği üzere, enflasyonu azaltmada, büyümeyi sağlamada, dış borçlarını ödemede önemli adımlar atılmaktadır Özelleştirme hızlı bir şekilde yürütülmeye çalışılmakta, yabancı yatırımlar için ülke yasal mevzuatı da dahil olmak üzere gerekli düzenlemeleri yapmaktadır Ekonomik göstergelerinin iyiye gidiyor olması, Bulgaristan'la ticari ilişkileri artırmayı sağlayacak finansman desteğinin ülkemizce yeniden gözden geçirilmesi gereğini ortaya koymaktadır Bu çerçevede, Bulgar bankacılığındaki zorluklar bilinmekle birlikte, Bulgaristan'a yönelik ülke kredisinin yeniden açılmasında ve ihracatçının kullanımına verilmesinde yarar görülmektedir Bu arada, Türkiye ile Bulgaristan arasında gerçekleştirilen 13 Dönem Karma Ekonomik Komite toplantısı protokolünde Türk Eximbank kredileriyle ilgili bir düzenleme yapılmıştır Buna göre, Türk müteahhitlerince üstlenilecek alt yapı projelerinin gerçekleştirilmesi karşılığında kullanılmak üzere, ülkemizce 50 milyon dolar tahsis edilmesi niyeti belirtilmiştir.
       İki ülke arasında ticari ilişkilerin geliştirilmesinde önemli rolü olacak Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması 18 Eylül 1997 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması da yürürlüktedir. Ayrıca, İki ülke arasında ticari bazı aksaklıklara yol açan, sınırda bekleme ve belge değiştirilmesi sorunlarına çözüm olabilecek ortak sınır kontrol bölgesi yaratılmasına ilişkin bir Protokol de 14111997 tarihinde imzalanmış, iki ülke Gümrük yetkililerince çalışmalara başlanılmıştır.
       Tüm bu olumlu gelişmelerin ışığı altında, gerek ülkemizde, gerekse Bulgaristan'da, kamuoyu, yatırım yapılması, özelleştirme çalışmalarına katılınması, ticari ilişkilerin arttırılması amacına yönelik olarak bilgilendirilmeli, ciddi güvenilir Türk firmalarının kaliteli, standardlara uygun üretimleriyle Bulgaristan'a gelmeleri özendirilmelidir Bu cümleden olmak üzere, Türk İşadamları Heyetlerinin Bulgaristan'a organize olarak gelişlerinin sağlanmasının ve ülkemizin tanıtımının yapılmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Osmanlı Eyaletinden Üçüncü Bulgar Çarlığına     
Bulgarlar, "Ogur" adı verilen, çeşitli Türk boylarından meydana gelen bir boylar birliğidir. Bu boylar içerisinde, Onogur, Oturgur, Saragur ve Kutrigurlar başta gelmektedir. Önceleri Asya Hun İmparatorluğu'nun batısında oturmakta iken, Hun İmparatorluğu'nun parçalanmasından sonra, II. Yüzyılın sonunda Kafkasya'ya geldiler. Burada iki yüzyıl kadar kaldıktan sonra, Karadeniz'in kuzeyinde Büyük Bulgar Hanlığı'nı tesis ettiler. Fakat Hazar Devleti'nin baskısına dayanamayarak, Tuna havzasına yerleştiler. 681 yılında Tuna Bulgar Devleti'ni kurdular ve yüksek bir kültüre sahip olduklarından, buradaki halklara üstünlük sağladılar. Yalnız çevredeki Slav milletleri değil, Bizans'ı bile etkilediler.
      Fakat kendileri Türk boylarından meydana geldikleri halde geniş bir Slav-Ortodoks kitleye egemen olmuşlardı. Sayılarının azlığı, zamanla onların bu geniş Slav-Ortodoks kültüründen etkilenmelerine sebep oldu. 864 yılında Hristiyanlığın Ortodoks mezhebini kabul ettiler. Slavca resmi dil oldu. Türkçe ünvanlar atıldı. Bu sırada Sırplar ile sıkı bir mücadeleye girişildi. X. Yüzyılda devlet zayıfladı ve 1018'de Bizans'ın egemenliği altına girdi. Böylece, Birince Bulgar Çarlığı ortadan kalktı. Bu tarihten sonra, Karadeniz'in kuzeyinden gelen Kuman, Kıpçak ve Peçenekler, Bulgaristan'ın nüfus yapısına katkıda bulundular. 1185 yılında Bizans'ın etkisinden kurtulup, Misya'da İkinci Bulgar Çarlığı'nı kurdular. İkinci Bulgar Çarlığı, 200 yıl kadar bağımsız olarak yaşadı. Fakat sonra, daha büyük ve kalıcı bir gücün etkisi ile karşı karşıya kaldı. Bu güç, Osmanlı Devleti idi.
XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rumeli'ye geçmeye başlayan Osmanlılar, Çimpi kalesinin alınması ile başlayan fetihlerine, Gelibolu ile devam ettiler. Daha sonra, İstanbul, Vize ve Edirne yönünde üç koldan ilerleyerek, yeni topraklar elde ettiler. Bu ilerleyişi desteklemek için Anadolu'dan savaşçı oymaklar getirildi ve uçlar gittikçe, geride yeni yerleşim alanları kuruldu. Daha önce ıssız ve güvensiz olan kırsal bölgeler, sosyal ve ekonomik bir canlılık içerisine girdi.
      Özellikle vakıf sistemine dayanan dini ve ticari kurumlar, hem yeni yerleşim birimlerinin kurulmasında, hem de var olanların gelişmesinde, önemli bir rol oynadı. Edirne, Filibe, Serez, Üsküp, Sofya, Silistre, Tırhala, Yenişehir ve Manastır, bu türlü yerleşim merkezlerinin başında gelir. Osmanlı Devleti, küçük devletler ve derebeylerin elinde parçalanmış bulunan Balkan topraklarını, kendi idaresinde ve güçlü bir devlet çatısı altında birleştirdi. Bu arada Bulgaristan, 1363-1393 yılları arasında verilen mücadeleler sonunda, bir Osmanlı toprağı haline geldi. Bu şekilde, İkinci Bulgar Çarlığı da tarihe karışmış oluyordu.
Bulgaristan , Osmanlı yönetimi altında" güzide bir vatan toprağı" olarak işlem gördü. Çünkü Bulgaristan , Rumeli'de bulunuyordu ve bu bölge, Osmanlı fetih politikasına göre bir "dârü'l-cihâd" idi. Anadolu, Selçuklular zamanında Türk-İslâm karakterini kazanmıştı. Artık sıra, Rumeli'deydi. Bulgaristan da, Rumeli'nin İstanbul'a en yakın bölgesi olarak, bu politikadan nasibini aldı.
      Şenlendirmek amacıyla kitleler halinde yapılan göçlerden sonra, Timur istilası bu göçleri daha da artırdı. Kısa zamanda Trakya, Doğu Bulgaristan, Meriç vadisi ve Dobruca, Türk nüfusun çoğunlukta olduğu bölgeler konumuna geldi. Filibe başta olmak üzere Vidin, Rusçuk, Ziştovi, Silistre ve Niğbolu gibi şehirler, imparatorluğun önemli merkezlerini oluşturdu. Fetih öncesinde derebeylerin elinde parçalanan topraklar birleştirildi ve "devlet malı " haline getirildi. Onu işleyen köylüler de, sürekli bir kiracı konumuna girdi. Köylü, bu kiraya ait belli birkaç vergiyi ödedikten sonra, hiçbir şekilde angarya ile yükümlü tutulmadı. Kısaca Bulgar halkı, uzun zamandan beri unutulmuş bir rahatlığın tadına kavuştu.
Kurulan yeni yerleşim birimleri; çeşitli adlar, aldı. Bunlar, kurucusunun ,yerleşen Türk oymağının, Anadolu'dan geldikleri yerin adlarıyla veya bir başka şekilde anıldı. Bu konuda, Kayı ,Menteşeli, Turahanlı, Doğancı, Hacı-Timurhan, Burhan Baba, Selman Dede ve Eskice -Pazar gibi adları sayabiliriz. Zaviyeler ve Türk dervişleri, Rumeli'nin sosyolojik fethi bakımından çok önemli bir görevi yerine getirdiler. Asıl Müslüman nüfusu, Anadolu'dan gidenler oluşturdu. Ayrıca, hem inanç tercihi, hem de hakim unsur zümresine dahil olmanın avantajlarından faydalanmak amacıyla, İslamiyet'i kabul edenler oldu.
      Bulgaristan, Osmanlı İmparatorluğu'nun içinde, Rumeli Eyaleti'nin önemli bir bölümü olarak yer aldı. Klasik dönemde Bulgaristan'ı, Sofya, Silistre, Vidin, Köstendil, Niğbolu, Vize ve Çirmen sancaklarına ayrılmış olarak görüyoruz. Bu dönemde Bulgaristan'ın önemli yerleşim birimleri şu şekildedir.Ahyolu, Akçakızanlık, Çırpan, Eskizagra, Filibe, Hırsova, Karinabad, Niğbolu, Pravadi Razgrad, Ruskasrı, Silistre, Şumnu, Tırnova, Varna, Yenizagra.
Bulgaristan, XVII. Yüzyıldan itibaren çeşitli idari birimlere bölündü. Hatta Silistre ve Niğbolu, Rumeli Eyaleti'nden ayrılarak, yeni kurulan Özi Eyaleti'ne bağlandı.
Türk İdaresi ile birlikte Rumeli'ye çeşitli tarım ürünleri de geldi. Bakır, Kurşun, Altın, Demir ve özellikle de Gümüş gibi madenlerin işletilmesinde önemli artışlar görüldü. Osmanlı ordusunun savaş hazırlıkları için yapılan geniş ölçüdeki satın almalar, bölge ürünlerinin değerlendirilmesi açısından olumlu etkiler yaptı.
      Diğer taraftan saray, köprü, han, kervansaray, imaret, çeşme, su kemeri, sebil, cami, mescid, tekke, mektep, medrese, hamam, kaplıca, ılıca, bedesten, çarşı, dershane, hastahane, kütüphane ve saat kulesi olarak, Bulgaristan'da yapılan eserlerin sayısı, 3.500 civarındadır. Bu eserler, yalnız Türklerin değil, gayri müslümlerin ihtiyaçlarına yönelik sosyal kurumlar olarak da hizmet verdi. Dini eserler bir tarafa bırakılacak olsa bile, Bulgaristan'da 273 mektep, 142 medrese, 116 han, 113 hamam, 24 köprü, 75 çeşme ve 16 kervansaray yapıldığını görüyoruz.
      Osmanlı Devleti, XVIII. Yüzyıl boyunca, Rusya ve Avusturya ile iki cepheli olarak çeşitli savaşlar yapmak zorunda kaldı. Bulgaristan, büyük ölçüde bu savaşlara sahne oldu. Diğer taraftan Fener Patrikhanesi'nin Bulgarları asimile etmek isteyen politikası ve yere yöneticilerin çeşitli yolsuzlukları Rumeli gibi, Bulgaristan'ı da olumsuz yönde etkiledi. Bunların sonucunda merkezi otoritenin etkisini kaybetmesi üzerine, Osmanlı idaresi ile sağlanan huzur yavaş yavaş kaybolmaya başladı. 1774 Küçük Kaynarca Andlaşması'ndan sonra Bulgaristan, diğer bir adlandırma ile "Tuna Boyu" Osmanlı Dünyası'nın Avrupa serhaddini meydana getirdi. Artık Bulgaristan Rus orduları tarafından bir geçiş güzergahı haline gelecektir.
Bulgaristan'da Türk Varlığı   
Osmanlı gazilerinin Gelibolu yarımadasına çıkmalarıyla başlayan Şark Meselesi önce Türklere karşı Avrupa topraklarını nasıl koruyabilmek ve 1683 Viyana bozgununndan sonra Türkleri Avrupa topraklarından nasıl atabilmek sorularına cevap aramak endişesiyle yaratılmıştı. Bu süre içinde, Türk dinamizminden ürken Hristiyan dünyası Türkün çirkin bir görünümünü yaratmak istemiş, gerek edebiyat ve gerekse sanatında bu konuyu özellikle işlemişlerdi. XVIII. yüzyılın sonuna doğru yaklaşıldığında bünyesinde ekonomik, kültürel ve teknolojik değişmeyi geliştirerek güçlü ülkeler arasına katılan Rusya, Fransa ve İngiltere ile birlikte karşısında ortak bir sorun bulmuştu: Gerilemekte olan Osmanlı İmparatorluğu'nun geleceği. XIX. Yüzyılla birlikte sorun Türk'ü Avrupa topraklarından atmaktı. ancak bununla yetinilmezdi. Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda 31 Ekim 1918'den sonra 21 ay 11 gün boyunca uzun süren pazarlıklar Türkiye'nin paylaşılmasını gündeme getiriyordu. Ancak, Türkün şanlı istiklal mücadelesi buna imkân vermedi. Şark Meselesini halletmek üzere olduklarını düşünenler, genç ve kuvvetli Türkiye Cumhuriyeti'yle karşılaştılar.
       Fuad Köprülü'den bu yana artık kuruluş şartları pek iyi bilinen ve bir yandan eski Türk geleneğine, diğer yandan da İslâmî esaslara dayanan Osmanlı devletinin gelişme yönü, sürekli Batıya doğru olmuştur. 1345'e doğru kendisi gibi bir gazi beylik olan Karesioğullarının ilhâkı, Osmanlılara Edremid Körfezi ile Kapıdağı arasındaki bölgeyi kazandırarak, onları Avrupa toprakları karşısına getirdi. Karesi gazileri, bu önemli uç bölgesine atanan Orhan Bey'in enerjik oğlu Süleyman'ı Rumeli'de fütuhata teşvik ettiler. 1346'dan 1352'ye kadar geçen süre içinde Osmanlılar, Aydınoğlu Gazi Umur Bey de haçlılarla uğraştığı için bu bölgede gazayı yürüten tek kuvvet olarak Balkanlardaki Bizans'ın durumundan yararlandılar ve 1352'de adım attıkları Rumeli'de sürekli ilerlediler.
       Bu ilerlemede Osmanlıların hemen bir uç oluşturarak orayı yeni bir hayat ve faaliyet alanı olarak belirlemelerinin büyük rolü olmuştur. Kronolojiyi kısaca hatırlarsak, 1357'de Süleyman Paşa'nın ölümü üzerine Şehzâde Murad'ın lalası Şahin ile birlikte bu bölgeye gelmesi 1361'de Edirne'nin fethi, Kuzeye doğru fütuhatı ilerletmek için oluşturulan uç kollarının faaliyetini hızlandırdı. 1366'da artık Rumeli'de yeterince kalabalıklaşmışlar ve sağlam bir şekilde tutunmuşlardı. Bu göç hareketi fetihleri adeta zorlamaktaydı. XV. yüzyıl ortalarına ait paşa sancakları nüfus tahrir defterleri bu bölgelerde nüfusun % 80-90'a varan büyük çoğunluğunun daha o zamanlarda Müslüman Türklerden ibaret olduğunu göstermektedir. Bu deliller, Gregoras ve Dukas gibi Bizans kaynaklarının, "Türklerin kitle halinde yerleşmek üzere geldikleri" hakkındaki ifadelerinin mübalağalı olmadıklarını göstermektedir. Esasen Osmanlılar bunun için Selçuklular tarafından da geniş ölçüde kullanılmış, eski bir kolonizasyon usulü olan ve sürgün denilen yöntemden yararlanarak Türkmen gruplarını özellikle istila yolları üzerinde ve uçlarda yerleştirmişlerdi. Diğer taraftan XV. yüzyıla ait vakıflar ve tahrir defterleri, çiftçi halkın da geniş ölçüde kolonizasyon yaptığı ve yüzlerce köyün kurulduğuna tanıklık etmektedirler.
        Gelen Müslüman Türklerin genellikle Hristiyan köyleere karışmayarak müstakil köyler kurdukları görülmektedir.Fetihlerin ilerlemesiyle uçlarda yeni sınırlara ulaşılmakta ve yeni ilerleme kolları düzenlenmekteydi. Edirne'nin fethinden sonra sol kolda Evranos Gazi komutasında İpsala, Gümülcine, Serez, Selanik yönünde ilerlenirken orta koldaki uç beyi idaresinde Edirne merkez olarak Filibe, Sofya yönünde; sağ kolda da Zağra, Karinabad, Dobruca, Silistre'ye doğru hedefler belirlenmişti. Uçların bu taksim şekli, eski Türk geleneğine bağlı olup ileride Rumeli'deki sancaklar sağ, sol ve orta kol sancakları olarak üçe ayrılacaktır.
       I. Murad'ın saltanatı döneminde bu ilk üç istikametteki Balkanların başlıca yolları ve merkezleri, Osmanlılar tarafından ele geçirilmiş bulunuyordu. Orta kolda Meriç vadisi, sağ kolda Tunca vadisi izlenerek Balkan dağları eteklerine daha 1366 yılında varılmıştı. Oradan Sofya'ya, 1385'lerde ulaşıldı. 1386'da Niş zaptolundu. Fetihler sürüp gitti. Osmanlılar birbirleriyle rakip olmaları yüzünden müttefik bulmada zorluk çekmediler. Mesela 1365-66'da Bulgaristan'ın kuzeyinden Macarlar ve Eflak Beyi tarafından istilaya uğraması, Bulgar Kralı Şişman'ı Osmanlılara tâbi hâle getirmişti.Diğer taraftan Osmanlılar Balkan anarşisi içinde birleştirici dinamik bir kuvvet olarak meydana çıktıktıkları zaman Bizans ve Balkanlar yalnız siyasî bakımdan değil, sosyal ve dinî bakımdan da derin bir ayrılık içindeydi. Merkezî otoritenin yokluğu, iç harpler, eyaletlerde senyörlerin toprak ve köylü üzerinde çok sıkı ve keyfî tasarruf ve tahakkümünün yerleşmesi sonucunu vermişti. Toprağa bağlı köylü, senyöre mahsul vergisinden başka bir takım angarya hizmetler de yapmak zorundaydı. Odun ve saman temini, öküzlerle senyör için haftada iki veya üç gün hizmet, bunların en yaygın ağırlarıydı.
       Çiftçinin toprağından kaçması ve senyörler arasında köylüyü kendi toprağına çekmek için rekabet ve mücadele, bu kötü şartların doğurduğu bir sonuç idi. Osmanlı yönetimi gelince, şu prensipleri tatbik ederek Balkanlarda adeta sosyal bir inkılabın temsilcisi oldu. Öncelikle bütün tarım toprakları üzerinde devletin yüksek mülkiyet haklarını tesis ettiler, başka bir deyişle toprağı sıkı şekilde devlet kontrolü altına aldılar. Mahallî senyöriyal hakları ilga ettiler ve mahallî senyörlükleri kaldırdılar. Bunun doğal bir sonucu olarak senyörlerin ve manastırların köylü üzerindeki angarya ve imtiyazlarını lağvettiler. Mesela odun, saman, taşıma, senyörün toprağında çalışma angaryaları karşılığında 22 akça çift resmi denilen bir vergi koydular. Feodal hizmetlerin suistimallere açık uygulamalarına karşı, bu kolay ödenebilir vergi, başlı başına bir inkılap olmuştur.
Kısacası Türk rejimi Bizans'ın son döneminde ve Stefan Duşan İmparatorluğu parçalandıktan sonra Balkanların büyük bölümünde ve Frank egemenliği altındaki Yunan topraklarında görülen feodalleşmeye karşı köylüyü etkili koruma altına alan, tarafsız, yerli halkın haklarına saygılı, kuvvetli bir merkezî idareyi ve onun getirdiği bir güveni temsil etmekteydi.
       Balkan feodal dünyasında genel olarak devlet gücünün belli ölçüde yok olarak yerini senyörlerin dallanıp budaklanmasına ve birbirlerinin içine girmesine bıraktığı görülür. Buna karşılık, Osmanlı padişahı, veziriazam ve divanın yardımlarıyla köklerini imparatorluğun dört bir yanına kadar uzatan bir yönetim piramidinin tepesinde yer almaktadır. Merkezî iktidarın uygulayıcıları, yani ehl-i örfü, yargı gücünün temsilcilerini denetim altında tutmaktadır. Osmanlı devleti feodal sistemde olmayan bir dizi özellik arzetmekteydi. Tımarlardan yararlanma hakkının ancak hizmet karşılığı devredilmiş olması ve bu hakkın çiftçilerin bizzat kendileri üzerinde değil, reayanın devlete yükümlü olduğu mali haklar üzerinde tesis edilmiş bulunması, belirtilmesi gereken en önemli niteliklerdir.
      Özelliklerini kısaca açıkladığımız bu yönetim düzenini kuran Türklerin başvurdukları fetih sistemi, komşu devletlerdeki hükümdarlıkları ele geçirip buralarda yerleşmek, sonra yerli hanedanları tedrici şekilde yok ederek o bölgeler üzerinde kontroller kurmaktı. Bu, o bölgedeki yaşayan ahalinin assimile edilmesi, ihtida ettirilerek kimliklerinin yokedilmesi demek değildir. Ortadan kaldırılan feodal yöneticilerdir. Türk yönetiminin iledi düzeni buradaki yerleşiklerin hayat şartlarında olumlu tesirler yapmıştır. Bu hususta da tımar sisteminin rolü büyüktür. Tımar sistemi bir yandan yerli ahaliyi etkilerken diğer yandan da merkezî otoriteyi getirdiği için Türk göçünü de kolaylaştırmıştır. Nitekim, tımar sisteminin uygulandığı bölgelerde Türkleşme uygulanmayan bölgelere göre daha fazladır. Bu iki yönlü gelişmenin örneklerini şöyle sıralayabiliriz:
       Bir Arnavut tarihçi olan Selami Pulaha tarafından 1974 yılında Tiran'da yayınlanan 1485 Tarihli İşkodra Tahrir Defteri'ni (Defter-i Mufassal-ı Liva-i iskenderiye) incelediğimiz zaman ilk göze çarpan husus, yer ve şahıs adlarının orijinalitesini koruduğudur. Mesela II. cildin 5'inci sayfasında sekiz tane dinî ibadet yeri görülmektedir. Bunlardan beşi manastır, ikisi kilise, biri de keşişliktir. İpek nahiyesinde bir Müslüman, altı tane de gayrimüslim mahalle vardır. Aynı nahiyenin köylerinde de nüfus çoğunluğunu Müslüman olmayanların oluşturduğu görülmektedir. İpek nahiyesinde yerleşim merkezi olan manastırlar bulunmaktadır. Sayıları on kadar olan bu manastırların bir kısmının isimleri: Manastır-ı İstasi, Manastır-ı Şumti Bogovaç, Manastır-ı Nikola şeklindedir. Eserin 30'uncu sayfasında bulunan Karye-i Komnende de aynı manzara görülmektedir. 36'ıncı sayfada bulunan Kumaron nahiyesinde de bir manastır bulunmaktadır.
        Bu defterdeki örnekler Osmanlıların fethettikleri bölge halkını, dil, din ve ırk açısından serbest bıraktıklarının açık bir delilidir. Aslında Arnavutluk'a ait olan bu defterlerde Müslüman olmayanların çok oluşu, defterin ilk dönemlere ait olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü Osmanlılar, İslamiyeti teşvik için bazı kıstaslar koymuşlardır. Yerli halkın bazı görevlere gelebilmesi için askerî kadroya girmek veya bazı görevlere gelebilmek için Müslüman olması gerekmektedir. Böyle olunca özellikle Arnavutluk ve Bosna gibi bazı bölgelerde zorlama olmaksızın dikkate değer ölçüde İslamlaşma görülmektedir. Ancak Arnavutlar ve Boşnaklar İslamiyeti kabul ettikleri halde milliyetlerinde bir değişiklik olmamamıştır. Yani Türkleşmemişlerdir. Nitekim Arnavut tarihçisi Selami Puhala bir çok araştırmasında bu hususu açıkça dile getirmektedir.
       Dr. Gyula Kaldy-Nagy'nin 1971 yılında yayınlamış olduğu Kanunî Devri Budin Tahrir Defteri (1546-1562), Macaristan'daki Türk hakimiyetini daha yakından tanımaya imkân vermektedir. "Nahiye-i Budun der liva-i Paşa" başlığı altında Nefs-i Budun'daki şahıs adlarının ve mahallelerin büyük bir kısmının gayrimüslimlerden oluştuğu görülmektedir. Halbuki daha sonra bahsedeceğimiz Sofya Tahrir Defteri'ne göre, Sofya şehrinde nüfus çoğunluğu Müslüman Türklerdir. Hatta defterin önsözünde de belirtildiği gibi bazı Macarca kelimelerin defterde kullanıldığı görülmektedir. Mesela biro=muhtar, diak= kâtip, varos= şehir... gibi.
       Mc. Govan, Bruce W. tarafından 1983 yılında yayınlanan Sirem Sancağı Mufassal Tahrir Defteri, Osmanlılar devrinde Sirem'in nasıl yönetildiği hakkında geniş bilgi vermektedir. Belgede Türklerin fetih politikaları ile ilgili oldukça ilginç kayıtlar bulunmaktadır. Burada ilgimizi çeken husus, Osmanlıların en belirgin fetih ve yerleşme politikası olan; bir bölgeyi aşamalı olarak merkezî yönetim altına alma yöntemidir.
Sirem sancağının sakinleri Sırplar olduğu için yer ve şahıs adlarının çoğu Slavcadır. Sirem sancağında da nahiye ve köy adlarının büyük bir kısmı eski yer adlarının devamıdır ve yayınlayan tarafından da belirtildiği gibi çoğu Slavcadır. Burada Masanstır-ı İstari ve Kızıl Kilise gibi yerleşim merkezleri vardır. Sancağın İlok kasabası şehir merkezi olarak çoğunlukla Müslüman Türklerden oluşmaktadır. ancak az sayıda da olsa gayrimüslim isimlere rastlanmaktadır. Aynı kazanın köylerinden ikisi Müslüman Türk, 37'si gayrimüslim ve üçü de karışıktır. Müslüman Türk olmayan köylerin bir kısmında bir veya iki hane Müslüman Türk bulunmaktadır. Pek çok kazası olan Sirem sancağının öteki kazalarının da durumu İlok ile benzerlik göstermektedir.
       Buraya kadar sıraladığımız örnekler, Osmanlıların Balkanlardaki egemenliği gerçekleşirken bugünkü bazı tarihçilerin iler sürdükleri gibi sistemli bir ihtida, yani İslamlaştırma politikası takip etmediklerine delildir. Nitekim Batılı bir Osmanlı tarihçisi olan Machicl Kiel, 1985 yılında yayınladığı Art and Society of Bulgaria in tihe Turkish Period adlı eserinde bu görüşleri aynen desteklemektedir. Zaten böyle bir zorlamayı gerektirecek bir davranışa yönelmeleri söz konusu olmazdı. Şöyle ki,

1. Osmanlı devleti, Orta-Doğu İmparatorluklarının çoğu gibi bir takım kaynaklardan beslenen, özellikle eski Türk geleneğinden etkilenen bir yönetim anlayışını, İslami teoriye dayandırmıştı. İslam hukuku olan fıkıh, temel olarak Müslümanların ilişkilerini düzenleyen kurallar getirmiş olmasına rağmen Müslüman olmayanların da İslam halifesinin otoritesini tanıdıkları takdirde zimmî statüsüne alınarak hangi esaslara tabi olacaklarını belirlemişti. Yönetim açısından onların gayrimüslim olmaları, herhangi bir zorluk yaratmıyordu. O nedenle İslama davet ya da kendiliğinden hidayete erme, ancak sevinçle karşılanan bir olgu olarak değerlendirilmekte ve bu tür yeni din kardeşleri hüsnü kabul görmekteydi.
2. Balkanların fethinde biraz önce de açıkladığım gibi Osmanlılar "uç" geleneğinin itici gücünden yararlanmışlardı. Uç hayatının hoşgörülü, elektrik nitelikleri, zimmî denerek, padişahın koruyuculuğu altına alınan gayrimüslimlere karşı hinterlanddan daha toleranslı bir davranışa sebep olmaktaydı.
3. Ayrıca, gayrimüslimlerden alınan şerî vergi cizyenin, nakdî bir vergi olması dolayısıyla bu gelirler doğrudan merkezî hazineye aktarılabilecek cinsten olduğu için devletin bu açıdan da zorla İslamlaştırma politikası uygulaması söz konusu değildi.
4. Fethedilen ülkelerin yine İslamî teori açısından dârü'l-İslama, İslam toprağına dönüşmesinden dolayı buraları Türk-İslam nüfus açısından da yerleşmeye açık hale geliyordu. Nitekim gelişmenin bu ikinci yönünün bol sayıda delilini sıralamak mümkündür:
    Fethedilen bölgelere Türk-İslam nüfusun akımı, başlıca şu yollarla oldu:
1. Osmanlıların Balkanlara geçip ilerlemeye başladıkları andan itibaren Türkmenlerin de orada yerleşmeye başladıklarını görüyoruz. Bu iş ilerledikçe buna uygun olarak Türkmen taifelerinin sayıları ve önemleri artmış, daha sonra da bunları askerî bir teşkilata bağlamak, kendilerine mahsus bir nizam ve kanun meydana getirmek gereği ortaya çıkmıştır. Bu vakıanın delillerini hem kroniklerde, hem de tahrir defterlerinde bulmak mümkündür. Mesela, Aşıkpaşazâde, daha 1335'de "Karesi vilayetine gelen göçer evlerin Rumeli'ye geçirildiğini, bunların bir müddet Gelibolu civarında sâkin olduklarını" kaydetmekte ve Hayrabolu'ya giderek yurt tutup gaza ile meşgul olduklarını ilave etmektedir. Bunu fethin ilerdeki safhalarında Balkanların bütün bölgelerinde görüyoruz.
      Rumeli'de tamamen yayıldıktan sonra tahrirlerini ve yükümlülük altına alınmalarını kolaylaştırmak amacıyla, Türkmenler ya yoğun olarak bulundukları mevki ve merkezin adına, ya herhangi bir niteliklerine, ya da o cemaatin reisliğini yapan kişinin adına göre adlandırılmışlar ve resmî işlemlerde böylece tanınmışlardır. Diğer taraftan, bu Türkmen gruplarına göre ayrı ayrı defterler düzenlenmiş, bunların birer suretleri merkeze gönderilmiş, diğer suretleri de Türkmen beylerine verilmiştir. Daima başvurulan, gerektiğinde sureti çıkartılarak ilgili kişilere gönderilen bu defterler zaman zaman yenilenmiş yeni durumları tam ve doğru olarak aksettirecek yeni tahrirler yapılmıştır.
Naldöken Türkmenleri     
Bunlar, Türkmen gruplarının en önemlilerindendir. Özellikle şimdiki Bulgaristan'da hemen her yerde rastlanan Naldöken Türkmenleri, XVII. yüzyıl başlarına kadar teşkilatını ve bütünlüğünü korumuş, hatta sayıları sürekli olarak artmıştır. Mesela 1543'te yalnız 196 ocak mevcut iken altmış sene sonra, 1603'te 243 ocak olmuş ve tahrir edilenlerin toplamı 8.763 kişiye yükselmiştir. Defterlere kaydedilmeyenle, herhangi bir sebeple, bu teşkilatlattan ayrılmış olanları da hesaba katmak şartıyla Naldöken Türkmenlerinin kadın, erkek bütün nüfusunu bu sırada yaklaşık olarak 50.000 kabul etmek mümkündür.
       Bunların en fazla bulunduğu yerleri de belgelerden belirleyebiliyoruz. Mesele, Eskihisar-Zağra'da 66 ocak, Filibe'de 46 ocak, Tatarpazarcık'ta 19 ocak Türkmen kaydedilmiş durumdadır. Bunların yanında İhtiman, İzladi, Tatarpazarı, Çirmen, Yanbolu, Şumnu, Varna, Pravadi, Hirsova, Tekfurgölü, Silistre, Aydos, Çernova, Tırnova, Niğbolu, Hasköy, Çırpan, Kazanlık'taki Naldöken Türkmenleri dikkate değer görülenlerdir.
Tanrıdağı Türkmenleri     
Sayıları ve Rumeli'de yayıldıkları alanın genişliği ile bu alanların nüfus ve kolonizasyon hareketlerinde çok büyük ve enemmiyetli bir rol oynamışlardır. Bu grup Naldökenlere nazaran daha kalabalık olduğu gibi Rumeli'de daha geniş bir alana yayılmışlardır. Edirne, Kırkkilise, Bender, Akkerman gibi bir kaç yer dışında, Naldökenlerin bulunduğu her yerde mevcut olduktan başka Rusçuk, Tırnova, Razgrad, Niğbolu gibi Kuzey Bulgaristan'da yoğun olarak Batı Trakya'da fazla sayıda Kavala, Drama, Demirhisar gibi kısmen Makedonya'da yerleşmişlerdir.
       1591 yılı defterlerinde toplam olarak 3.000 ocak kaydedilmişlerdir. 1584-1591 yıllarında Tanrıdağı Türkmenlerinin eşkinci ve yamakları toplamı, yani askerî ve malî yükümlülük altında bulunanların sayısı 16.835'tir. Bu miktar Naldöken Türkmenleri mevcudunun en fazla bulunduğu adedin yaklaşık iki mislidir. Kayıtlı olmayan serbest haymeneleri de hesaba katmak şartıyla bu grubun genel nüfusunun XVI. yüzyıl sonunda XVII. yüzyıl başında yaklaşık 100.000 kişi olduğunu kabul etmek herhalde yanlış olmayacaktır.
Ofçabolu Türkmenleri     
Ofçabolu, bilindiği üzere Üsküp ile İştip arası bölgeye verilen addır. Buranın adıyla anılan Türkmenler, imparatorun eski Kosova ve Manastır vilayetlerinde dört mahalde yoğun olarak ve Bulgaristan ve Dobruca'da değişik yerlerde görülmektedir.
Vize Türkmenleri     
Bu gruplar, Dimetoka ve Hasköy dışında Rumeli'nin çeşitli yerlerinde ve Bulgaristan'da görülmektedir. Sayıca, daha önce zikrettiklerimizden azdırlar. Türkmenlerden başka bir de Tatarlar vardır ki, aynı hukukî statü içinde ve aynı mâlî yükümlülük altında Türkmenlerle birlikte ve onların yazılı bulundukları defterlerde tahrir edilmiş, bunlardan her grup, yakınlığına göre bir Türkmen subaşısına tabi kılınmış ve onun zeameti arasında anılmıştır. Bunlara da Bulgaristan'ın ve diğer Balkan topraklarının çeşitli yerlerinde rastlanmaktadır.
Kocacık Türkmenleri     
Kısmen Naldöken ve Tanrıdağı Türkmenlerinin bulunduğu Doğu Trakya, Bulgaristan ve Doğu Rumeli'nin doğu tarafları, bütün Dobruca ve Bender, Akkirman mıntıkalarında yaşayan Kocacık Türkmenleri, oldukça ehemmiyetli bir grup teşkil etmişlerdi.
       Türkiye Cumhuriyeti Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü ve Türkiye Cumhuriyet Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde mevcut Anadolu ve Rumeli'ye ait tahrir defterlerinde yaptığımız ve toplam nüfusu belirleme çalışmalarımızın sonucu, tahminlerimize göre bu saydığımız Türkmen gruplarının asgari 500.000 dolayında olduklarını göstermektedir. Tarihî demografi ile uğraşanların yakından bilecekleri üzere, defterlere kayıtlı yükümlülerin sayısı, çoğu kez gerçeği en alt düzeyde göstermektedirler. Çeşitli nedenlerle defter dışında kalanların sayısı bazen çok büyük sayılara ulaşmaktadır.
       Defter dışı kalanların sayıca pek fazla olmayacağı düşünülse bile, Türkmen gruplarının sadece Bulgaristan toplam nüfusu içinde küçümsenmeyecek bir oranda olduğu kendiliğinden anlaşılır. Oysa Balkanların demografik yapısı içinde yalnızca Türkmenler bulunmaktadır. Tahrir defterleri, şehirlerin, köylerin de büyük ölçüde Türk-Müslüman nüfusu barındırdığını göstermektedir.2. Balkanlarda Türk-Müslüman nüfusunun yerleşmesinde gözlenen ikinci olgu, şehirlerin yeni yapılar etrafında oluşan Müslüman mahaleler yoluyla yeniden iskânı ve tekke ve zaviyelerin nüfus çeken odaklar olarak belirmesidir. Bu olgunun delilleri olabilecek örnekleri, Bulgaristan tahrir defterlerinde görebiliriz.
Osmanlı Yönetimindeki Bulgarların Kültürel Faaliyetleri   
Osmanlı egemenliği altına girdikten sonra Bulgar halkının kültürel ilerlemesi durmadı. Ancak, karakterinde, biçimlerinde ve ideolojik içeriğinde değişiklikler oldu, şöyle ki kültürel hareketler tamamıyla halka dönük ve demokratik hale geldi. Artık politik gücün birleşmesine ve yok edilmiş bulunan Bulgar feodal sınıfının sınıf üstünlüğüne hizmet etmiyordu. Osmanlı egemenliği altında geçen yüzyıllar içerisinde Bulgar Kültürünün ana merkezleri manastırlardı. Bulgaristan'da yaklaşık 150 manastır vardı, bunların pek çoğu XV. Yüzyılın sonunda ve XVI. Yüzyılda yeniden inşa edildiler. Bunların en ünlüleri Rila, Baçkovo, Poğanovo, Slepçon, Etropole, Çerepiş, Kuklen ve diğerleri idi. Mt. Athos'daki Hilendar ve Zograf manastırları, Osmanlı egemenliği altındaki Bulgar Kültürel hayatında özellikle önemli bir rol oylamışlardır.
       Büyük manastırların pek çok kasaba ve köylerde şubeleri vardı, buralara dinsel hizmetleri ve dinsel törenleri yerine getirmek ve bağış toplamak için papazlar gönderilmişti. Manastırlarda ve şubelerinde papazların, keşişlerin, yazıcıların, ağaç oymacılarının, ressamların ve diğer meslek dallarındaki kişilerin yetiştirilmesi amacıyla okullar açılmıştı. Manastırlar Rus Ortodoks Kilisesi ile bağlarını sürdürüyorlardı. Bunun Bulgar Kültürünün gelişmesi konusunda yararlı bir etkisi vardı. Rahip sınıfından olmayan kişilerce de zanaatkar yetiştirmek amacıyla özel okullar açılmıştı. Bu kişiler işlerini terk etmeksizin çocuklara, gelecekteki işleri ve toplumsal aktiviteleri doğrultusunda okuma, yazma ve matematik öğretirlerdi. Bu okullardaki temel eğitim kaynağı kilise ve dinsel kitaplardı.
       Yabancı egemenliği altında yaşanan yüzyıllar süresince, Bulgar ulusal özelliklerinin canlı kalmasının önemli bir nedeni, ta Orta çağdan beri devam etmekte olan edebi geleneklerin korunmuş olmasıdır. Bu arada Osmanlı idaresinin, bütün öbür tebaasının olduğu gibi, Bulgarların din, dil görenek, gelenek gibi kültür unsurlarına hiçbir şekilde müdahale etmemesinin, onların bir millet olarak devamını sağlamış olduğunu da unutmamak lazımdır. Manastırlar aynı zamanda, ayin ve dua kitaplarının Bulgarca yazıldığı ve Hıristiyan dini ve kuralları konusunda yazılmış ders notu koleksiyonlarının derlendiği yerlerdi. Bu eserlerin yazarları genellikle kilise mensupları idi, ama bunların arasında kiliseden olmayanlar da vardı. Zaman geçtikçe, yazarların sayısı, Bulgar şehir nüfusunun büyümesine paralel olarak arttı. Belli başlı yazarlar arasında Gramer Uzmanı Vladislav, Peder Peyo, Matey Lambadori ve diğerleri vardı. Gregori Tsamblak, Konstantin Kosteneşki ve diğer bazı yazarlar Bulgaristan dışında çalışoyorlardı. Bulgarca basılan ilk kitap, XVI. Yüzyılın en başında Romen şehri Tırgovişte'de yayımlandı. Daha sonra Venedik'te de Bulgarca kitaplar basıldı.
Ulusal Bilinçlenme     
XVIII. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası olan Bulgar toprakları, basit maların üretiminde süratli bir gelişmenin yanı sıra, dağınık ve merkezileşmiş üreticiler ve çiftçilerdeki parayla tutulmuş işçiler şeklinde, kısıtlı bir ölçüde kapitalist bir üretim modeline sahne oldu. Ülke içi ticaret ve dış dünya ile ticari ilişkiler yoğunlaştı. Yaklaşık 30 yıl süresince Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupa rakipleri arasında barış hüküm sürdü ve bu da Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkanlar'da sahip olduğu ülkelerin ekonomik gelişmelerini kolaylaştırdı. 17. yüzyılın sonundaki Avusturya-Osmanlı Savaşı sırasında, pek çok Bulgar Batıya, Macaristan'a, Slovakya'ya, Transilvanya'ya ve Habsburg Hanedanı'nın yönetimi altında bulunan diğer ülkelere kaçtılar. Oralarda kendi ülkeleri ile ticaret yaptılar.
      Yine XVIII. Yüzyılda, Sofya, Vidin, Tırnovo, Şumen, Provadia, Plovdiv, Stara, Zagora (Eski Zağra), Manastır, Üsküp vb. gibi şehirlerdeki Bulgar nüfusu önemli ölçüde artarken, pek çok yeni zanaatkarın yetiştiği ticarî merkezler olan Gabrovo, Kotel, Tryavna, Teteven, Koprivştitsa, Panagyürişte, Kızanlık, Kalofer, Karlovo, Sopot, Samokov, Dupnitsa, Gorna Djumaya (Cuma-i Bala), Nevrokop, Pirlepe, İştip ve pek çok diğer şehirde süratli bir gelişme kaydedildi. Zanaat ve ticaretle uğraşan Bulgarların sayısı arttı ve bunlar ekonomik ve toplumsal yaşam içerisinde yerlerini aldılar.
       Toplumsal üretim tarımı da içine alacak şekilde genişledi. Tarımsal üretimin düzenli bir şekilde artan bir bölümü satış için ayrıldı. Bu da tarımsal ilişkilerde değişmeler yol açtı. Askerî-feodal tarımsal üretim modeli yerini, rençberlerin toprak sahibi olma hakkından yoksun bırakıldığı ve ücret ödenmeyen ortakçı durumuna getirildiği çiftlikler sistemine bıraktı. Çiftlikler, ürünlerin pazarda kolaylıkla satılabileceği limanlara ve önemli kent
 
  Bugün 163 ziyaretçi (205 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol